Ömür Denen Bu Yolda...

Şu ömür denilen kat ettiğim hayatın kısacık  yolunda,  devlet tedrisatının kafamıza vura vura öğrettiği gibi hayatın da bin bir eziyetle, cefayla öğretip bellettiği bir şey var ki; o da ömür  denilen bu kasislerle, tuzaklarla, pusularla dolu yolun  tüm mezalimine karşın, yaşadığımız bu şeyin yani hayatın kendisinin aslında zor bir meşgale olduğudur. Her ne kadar bir çoğumuz,  suçu bu meşum yolda, kasislerle, engellerle dolu bu yolda ilerlerken gümlettiğimiz,  bizi hayatın sonuna taşıyan bu aracın lastiğinin zayıflığına versek de bagajımızda duran stepnenin verdiği ferahlıktan olsa gerek pek dert etmeyiz yolun tüm engellerini; nasıl olsa direksiyonda olan bizler değil miyiz; elbette eninde sonunda bu direksiyona yön veren elin sahibi kavuşturacaktır mutlu müreffeh yarınlara bizi. Oysa ömür denilen bu yolda bizi taşıyan aracın bagajında her gümlediğinde değiştirip tekrar yola çıkacağımız sonsuz sayıda stepne bulunmuyor ne yazık ki. Son stepneyi de kullanıp  gümlettiğinizde ister telefon hakkınızı, ister joker hakkınızı , isterse seyirciye sorma hakkınız kullanın sonuç değişmeyecektir; ömür boyu sürecek bir mezalim ile hayatınızın kader ortaklığını yaşayacaksınız her seferinde. Üstelik size bir çıkış yolu olarak sunulduğu iddia edilen her kandırmaca hakkın kullanılması, size sahte bir umut verecek,  ömür yolunda daha çok debelenip, uğraşacaksınız; bütün bu uğraşın  arttırdığı aksiyon dozajı ise yol kenarında  düşmenizi bekleyip heyecanlanan akbabaların reytingini arttırmaya yaramanın dışında hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü hayat denilen yolun her seviyesi,  başkaları tarafından düşenlerin üzerine basılarak aşılan bir yoldur. Size düşecek olan paye ise üzerinize basarak yükselenlerin, yukarılardan; üzerinize basıp yükselmiş olmanın arsızlığını, kötücüllüğünü unutmuş, acıma ile dolu sahte bir vicdanın insanın etini ısıran “vah kadersiz!”  yakarışı  olacaktır.

Onlar için sizin örselenmiş olmanızın, her debelenişinizde daha çok batıyor oluşunuzun sebebi kendi yarattıkları bataklığa düşmüş olmanız değil, sizin hayat karşısında “sorunlu bir sorumsuzluğunuzun” olmasıdır. Oysa asıl sorunlu olan yarattıkları dünyanın insana karşı sorunlu bir sorumsuzluğa cevaz veren kötücül birlikteliğidir.



Ömür;  altında kavurucu bir sıcaklık yayan bir ateşin yandığı kuyuya ince bir iple bağlı olarak yana yana, kavrula kavrula katlanılarak, ölüme doğru yapılan bir yolculuktur. Üstte kalanların, yananlar sayesinde korunduğu kavurucu ateş; onlara sorarsanız alttakilerin onlara kalkan olmasından değil, tanrısal bir nizamın şaşmaz gereğinin sonucudur. Dolayısı ile yanan yandığı ile kalmalı ve kaderine boyun eğmelidir. Kaderine karşı çıkanlar ise tanrısal nizama muhalefetle yargılanacak ve kaderi yine cehennemde daha feci olarak yanmak olacaktır. Alttakilerin,  her daim hayatın gadrine uğrayanların adım adım yandıkları hayat kuyusuna kendilerini bağlayan o incecik ipi keserek taksit taksit yaşanılan bir eziyeti nihayete erdirmeleri, kaderlerine yazılı yakıcı eziyete bir son verip,hepsini birden toptan yaşayacakları bir eziyetle sonlandırmalarına da cevaz vermez tanrısal nizamın kanunları. Bankadan çektiğiniz Mortgage kredisi gibi taksit taksit ödemek zorundasınız hayatınızın size biçtiği bedeli. Bankaya tutulu olduğunuz gibi hayatın cehennem kuyusuna da tutulusunuzdur. Tek seferde ödeyip kurtulmak istediğiniz mortgage kredisinin cezası olduğu gibi, hayatınızın bedelini tek seferde ödeyip kurtulmak istediğinizde de sizi diğerlerinin yanmaması için ipoteğe alan nizamın sert, acımasız yüzü ile karşı karşıya kalırsınız.

Birçokları hayatın akışını nehrin akışı ile özdeşleştirip, açıklamak eğilimindedir. Hayat denilen o derin vadilerde akıp, toprağı,kayayı, devasa ağırlıktaki kütleleri, söküp peşi sıra sürükleyen, onları aşındıran büyük nehirler vardır. Ancak bu kudretli nehirler;  vadileri, dağları, koca koca kütleleri,aşındırıp peşi sıra sürüklemek bir yana  aktığı mecrada kendi kendini öğüten bir değirmen taşı gibi çaresiz büyük başka nehirlere hayat vermek için akan küçük, sade kendi halinde akan nehirlerden oluşur. Hayatın kudreti herkese  , o büyük nehirlerin önlerine çıkan engelleri peşi sıra sürükleyerek kendi yolunu çizmesine, vadileri yarıp yol açmasına müsaade etmez. Hayatın içinde kendine yol arayan birçokları gibi dünyaları kadar  küçük  olan, ömürlerini büyük nehirlerin azametine katkı olarak feda etmek zorunda kalan küçük kendi halinde nehirler, kah hayatın karşılarına çıkardıkları engellerin etrafını kıvrıla kıvrıla dönerek, kah yüksek yerlerden taşların üzerine düşüp çatlayarak kabarcıklaşıp, köpüren vücutları  ile büyük nehirleri beslemek üzere akarlar. Ancak önlerine çıkan her şeyi peşi sıra sürükleyen  o kudretli nehirlerde; güçlerine güç katan, kudretlerini artıran, yiyip kendi bünyelerinde sindirdikleri o küçük nehirler gibi nihayetinde kendi kibirleri ile birlikte  güç kattıkları büyük denizlerde boğulurlar. Hayatın aktığı o büyük deniz, adaletinin terazisinin zerre miskal şaşmadığı ölüm denilen o karanlığın ta kendisidir.

Ancak geciken adalet adalet değildir. Ölümün, ölünün yüzü yoktur. Ölümün tek adaleti, kendisi ile tanışan her şeye katı, soğuk,ürkütücü maskesini takmasıdır. Ondan sonrası tamamı ile kocaman bir muamma. Bütün bir hayatı sümüklüböceğin kabuğuna çekilmesi gibi içine çekilerek yaşayan; fırtınalarla, haksızlıklarla,adaletsizliklerle,çaresizlikle taşıp azgınlaşan ruhun nehirlerini her daim içlerine akıtan; öyle sorunların etrafını dolaşıp aşarak, kıvrıla kıvrıla akan bir nehirden çok; içinde, önüne kattığı her şeyi yerle yeksan eden, dertlerle bulaşık suyu arasında bir o taşa bir bu taşa kendini vurup çatlatan bir nehir için ölüm, helalleşilmeden yaşanan son bir mecburiyettir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA