Kayıtlar

Mayıs, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Bilim Adamının Romanı (Mustafa İnan) /OĞUZ ATAY

Resim
Akademi Eski Yunanca “Akademia” sözcüğünden türemiş olup, Eski Atina yakınında bir koruluğun adıdır. Eflatun'un (MÖ 429-347) bu yerde kurduğu felsefe okulu"  özel adından türetilmiştir. O gün bugündür akademi  “bilimsel kuruluş”, “yüksel okul” anlamında kullanılagelir. Eflatun’un felsefe okulunun sırtını dayadığı o koruluğun  semaya doğru bir kalem gibi uzanan gür ağaçlarının gölgesi artık,insanlığın geleceğinin şekillendirildiği,evrene ait olan her ne varsa ortaya saçılıp tek tek her biri üzerinde geleceğe ilişkin daha yaşanılabilir güzelliklerin ortaya çıkarılmasına dair estetik  ameliyatların yapıldığı bol oksijenli ,rahat, stresten uzak,keşfediyor olmanın huzurunun ve esrikliğinin doğup yayıldığı ışık oyunları ile gölgelerle  menevişlenen bir bilim vahası olmaktan çok artık kuytuluklarında  insana,yaşama ve evrene dair var olan bütün bakir güzelliklerin ırzına geçildiği bir kuytu bir kerhane-yada kârhane- haline gelmiş; akademinin olmazsa olmazları akademisyenler ise e

Diktatör,Köpekleri ve Baretler… (1)

Resim
Bildik bir  hikaye bu; hiç de yabancısı olmadığınız. Adettir ya; hep “bir varmış bir yokmuş..evvel zaman içinde..uzak çok uzak bir ülkede” diye başlar hep hikayeler. Bizim hikayemiz ise bir var olup sonra kaybolan  bir türden değil; hep var olan,  üstelik her zaman var olan,uzak bir ülkede değil; yaşadığımız,ayağımızı bastığımız,suyunu içtiğimiz  toprakta, havasını soluduğumuz gök mavisi porselen bir tabağın altındaki gök kubbede düşer satırlara,sıra sıra dizilip yaşam bulur sayfalarda. Üzerinde güneş batmayan imparatorlukların henüz çekirdek leblebi kıvamında olduğu uzun zaman önce,  hayatlarını atlarının terkisinde taşıyan;  ata binip, at gibi avratlara sahip olan, avradından önce silaha sarılan bir kavmin, Mağripten maşrığa dünyanın ucuna kadar uzanan saltanatı; attan inip sarayların harem dairelerinin ince belli gözdelerinin buğulu gözleri ile efsunlanıp,  haremin her köşesine sinmiş farklı kavimlerden dilberlerin vücutlarından yükselen aşk kokuları peşi sıra farkında olmadan

Kızgın Toprak / JORGE AMADO

Resim
Garibin emeğinin, etinin,kemiğinin,ruhunun,duygularının bir bütün olarak her şeyinin geride bir atık,posa bırakılmayacak derecede sömürüldüğü bir dünyanın zemini üzerinde yükseliyor; sırça saraylar,devasa köşkler,milyon dolarlık rezidanslar,konaklar ve konutlar.İçlerinde hüküm süren şaşaa,parlak gösterişli  malzemeler ve baskın mimarisi ile insan kemikleri üzerinde alın teri ile karılan harçlar ile bina edilen bu saltanat sarayları; şımarık beyleri,kaprisli hanımları, bir dediği iki edilmemiş veliahtları ile neredeyse  Tanrısal bir yetkinlikle üzerlerinde her türlü tasarruf haklarının bulunduğunu düşündükleri hizmetçileri,aşçıları,kapıcıları  -ki büyük çoğunluğu genç ve güzel olanlardan oluşur-yeri geldiğinde doyumsuz şehvetlerinin oyuncağı, fantezi dünyalarının birer parçası,tokluğun verdiği taşkınlık ve kışkırtıcılığın doyurulduğu sıra dışı değişiklikler keşfetme ve yaşama ihtiyacının ihtiyatsızca harcandığı birer tatmin nesnesi haline dönüştürülen  zavallı varlıkların mekanlarıdı

Ölü Deniz / JORGE AMADO

Resim
Amerika kıtasının talihi aynı zamanda talihsizliğiydi. İspanyollar kıtaya ayak bastığında karşılaştıkları zenginlik karşısında “Cipangolularda (Bahama) bol altın vardır ve onların bu altını çıkardıkları maden yatakları tükenmek bilmez…”* demekten kendilerini alamamışlardır. Kendilerini dostlukla karşılayan yerlilere karşı savaş açmakta gecikmeyen İspanyollar, yerlileri köleleştirmeden önce Katolik inancını benimsetmekten de geri durmazlar.Yerlilerin kendi elleriyle gösterdikleri altın ve gümüş madenlerinde, ölene dek çalıştırılan yerliler,bir müddet sonra başlarına  gelen felaketin idraki ile intihar edip, çocuklarını kendi elleri ile öldüreceklerdir.Tek silahları ok ve taş olan yerlilere karşı zırhları ve ateşli silahları ile karşı koyan fetihçiler kıta içerilerine doğru hızla yayılıp zengin altın madenlerine aç kurtlar gibi saldırıp,yerlileri ölümüne çalıştırıp, köleleştirirler. Fetihçiler öyle acımasızdır ki “yabancı fatihler ufukta göründüğünde Amerika’daki yerlilerin toplamı en

Varoluşçuluk / JEAN - PAUL SARTRE

Resim
Sartre,  bir öğretinin anlaşılabilmesi için öğrencilerine ders anlatan bir felsefe öğretmeni gibi “kuramları açıklarken bir düşünceyi iyi anlatmak için zayıflatır onu,hafifletir.” (sf.80) Onu salt felsefe alanına götürmez…onu halka ulaştırmak için, halkçılaştırır. “Kuşkusuz bu ulaştırmanın öğretiyi bozmaması şart” ı ile.(sf.81) Elimizdeki kitapta bu mana da “Varoluşçu Felsefe”nin en temel ilkelerinin içeriği bulanıklaştırılmadan hafifletilerek anlatıldığı temel başvuru kitapları arasında, varoluşçu felsefenin alfabesi niteliğini hak edecek türden bir kitap olma niteliğinde. Varoluşçuluk nedir? Önce insan yeryüzüne adım atar.Bu hali ile “insan daha önce tanımlanamaz,belirlenemez; hiçbir şey değildir o zaman” (sf.39) Sadece “beşer” dir;    “yedi milyar bireyin şimdi de yeryüzünde eylemde bulunduğu iki ayaklı canlı varlıktır. Bu haliyle dirim-bilim yani biyolojinin konusudur” [i] Bu durumda  insanın  yada Şeriati’nin deyimi ile “beşer” in hayvandan farkı yoktur. Ancak daha so

Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan / MELİNEE MANOUCHİAN

Resim
Soykırım mıdır diyelim? Yoksa tehcir mi? Ya da Büyük Felaket mi?  Bir zorunluluk muydu,  yoksa planlı programlı bir Türkleştirme programının soğukkanlılıkla uygulanması mı?  Osmanlının  “Millet-i Sadıka”   sı mı yoksa isyan eden bir millet mi? Kaç kişi öldü? Üç yüz bin mi, yoksa bir buçuk milyon mu?  “Onlar da öldürdüler ama” ,    “biz Alman emperyalizminin  kurbanı olduk, soykırım filen bilmeyizlere” , ''Biz, Ermenileri, Almanların Yahudilere yaptığı gibi durup dururken kesmedik'' lere, “daha dün Karabağ’da kandaşlarımızı katlettiler” den “siyasiler  değil bırakalım tarihçiler çözsünlere”   uzanan bir insanlık ayıbının her 24 Nisan’da   –üstelikle ulusça neşe dolduğumuz 23 Nisan’ın hemen ertesinde  tekrarlanan,  insanlık adına tedirgin edici bir tiyatronun değişmeyen sahnesi ve oyuncularıyla  bitmeyen bir nefretin traji- komik  yansımaları. Bu işi siyasilere bırakmak bir çıkmaz;  tarihçilere bırakmak ise daha büyük bir çıkmaz. Çünkü her tarihçi, tarihi kendi