Bir Bilim Adamının Romanı (Mustafa İnan) /OĞUZ ATAY

Akademi Eski Yunanca “Akademia” sözcüğünden türemiş olup, Eski Atina yakınında bir koruluğun adıdır. Eflatun'un (MÖ 429-347) bu yerde kurduğu felsefe okulu" özel adından türetilmiştir. O gün bugündür akademi  “bilimsel kuruluş”, “yüksel okul” anlamında kullanılagelir. Eflatun’un felsefe okulunun sırtını dayadığı o koruluğun  semaya doğru bir kalem gibi uzanan gür ağaçlarının gölgesi artık,insanlığın geleceğinin şekillendirildiği,evrene ait olan her ne varsa ortaya saçılıp tek tek her biri üzerinde geleceğe ilişkin daha yaşanılabilir güzelliklerin ortaya çıkarılmasına dair estetik  ameliyatların yapıldığı bol oksijenli ,rahat, stresten uzak,keşfediyor olmanın huzurunun ve esrikliğinin doğup yayıldığı ışık oyunları ile gölgelerle  menevişlenen bir bilim vahası olmaktan çok artık kuytuluklarında  insana,yaşama ve evrene dair var olan bütün bakir güzelliklerin ırzına geçildiği bir kuytu bir kerhane-yada kârhane- haline gelmiş; akademinin olmazsa olmazları akademisyenler ise evrensel bilgiyi,    bezirganların  kâr fantezilerine uygun bir makyaj ile alaylı pullayan,   piyasa dünyasının mütecaviz yataklarına süren birer akademya “mama” sı haline gelmiştir.

Akademi ile piyasa arasındaki bu şehvetli cima hali; Avrupa’da özellikle 19. Yüzyılda bir tepki olarak “aydın sınıfını” ortaya çıkarmışsa da,  bir çok yerde özellikle ülkemizde bu ilişkinin sonucu “akademinin namusunu” sonsuza dek kaybetmesine yol açacak  “fiili livata” ile sonuçlanmıştır. Siyaset ve piyasa dünyası ile aykırı,sıra dışı kösnül bir fiili livata durumu yaşayan akademinin meyvesi, haliyle bir aydın peyda etmekten çok, televizyon ekranlarında boy göstermeye bayılan,bir popüler kültür ikonu haline dönüşen, pazarlama denilen sahtekarlığın bütün verilerini hoyratça kullanan bir şovmen, bir “kuşum aydın”  olarak dünyamıza zuhur eder.

Bir aldatma aracı olarak kullanıp arkasına saklandıkları süslü akademik unvanlarını her fırsatta isimlerinin önüne eklemeyi ihmal etmeyen bu sınıf, uzayda serbestçe dolaşan, gözümüzün önünden ayrılmayan,yaşamla birlikte hareket eden, bir an olsun yanı başımızdan ayrılmayan ama farkına varamadığımız evrensel bilginin örtüsünü  kaldırıp bütün evrenin hizmetine sunmak yerine,  bu bilgiyi ticari bir meta haline dönüştürünceye kadar gizleyen,örten; şartlar olgunlaştığında  piyasa denilen kurt sofrasına süren evrensel nitelikli bir hırsız; aynı zamanda bu düzenin devamından çıkarı olan bezirgan çetesine,  boyunlarından eksik etmedikleri yularlar ve akademik unvan takviyeli semerleri ile toplumsal   rıza üreten birer eşektirler.


Mustafa İnan bir bilim adamıdır. “Tohumların fidana,fidanların ağaca,ağaçların ormana dönmesi” gerektiğine inanan bir bilim adamıdır.  Batı’ dan ağaç ithal edip bir orman oluşturulamayacağı inancındadır. Gelenekleri ve sistemi ülkemizin kültürel iklimine uygun bir akademi ormanı kurmak için yapılması gereken, acele ile toplama bir orman oluşturmak yerine , “sabırla küçük halkaları birbirine ekleyerek” (s.89) akademik bir sistem oluşturmak gerektiğine inanmaktadır. O sistemin belirli ve bilinen bir gayesi olmalıdır. Bir gelenekten beslenmeyen bilim, köklerini kaybetmiş bir bilim akıntıya kapılmış bir tekne gibi hangi limana demir atacağı tesadüflere bağlı olan bir bilimdir. Oysa bilim de tesadüflere yer yoktur,bir plan ve program çerçevesinde çizilmiş bir hedefe doğru bilinçli bir yolculuktur.Onun için bilimin amacı yine bilim olmalıdır.Devamlı sistemli ve programlı bir şekilde hedefe yönelecek, yolculuk esnasında yeni yol arkadaşları edinecek  ve yeni yolların ve  evrensel bilginin izini sürebilecek ve bunu geleceğe taşıyabilecek yeni  bilim çilecileri yetiştirmek gereklidir. Bu özveri gerektiren çileli bir yolculuktur; bu yolculukta sizi yolunuzdan alıkoyabilecek onlarca tehlike, cazip seraplar ve kandırıcı halüsinasyonlar vardır. Mustafa İnan bu seraplara kapılanlara, “ilmi ve teknik sahada hizmet edebilecek kimselerin, ilmi başka işlerde kendilerine basamak yapmalarına çok kızardı. Erken emekli olarak unvanlarının yardımı ile piyasada kendilerine yer yapmak isteyenlere,sırf para kazanmak için genç yaşta emeklilik isteyerek  şirketlere girenlere de içerlerdi” (s.231) O, vatan-millet-sakarya’nın bir edebiyat haline gelmediği, vatanın çek defterleri ve kasaların içindekilere dönüşmediği,sözün yere düşmediği bir dönemin bilim adamıdır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA