Faşizme Giden Yol; “Autobahn”

Otobanlar bizler için bugün sıradan kara ulaşım yollarından sadece biridir. Oysa otobanlar
 Almanlar için bir karayolu olmanın ötesinde daha fazla şey ifade eder. Bugün halen daha otobanı Nazilerin keşfettiğine inanan Alman var mıdır bilinmez ama Nazi propagandasının gücü o yıllarda otobanın Nazi dehasının bir sonucu olduğuna birçok Alman’ı ikna etmişti. İlk otobanı kendilerinin inşa ettiğini iddia eden Nazilerin lideri Hitler her yıl bin kilometre otoban inşa etme emrini verirken, daha önce otoban inşa etme işine şiddetle karşı çıktıklarını ve aslında ilk otobanın kendilerinden çok önce inşa edilmiş olduğunu unutmuş olmalı. Binlerce kilometre otoban inşa eden Naziler otomobil alabilecek Almanların sayısının hayli az olduğunu gördüklerinde ise akıllarına “ ucuz halk arabası” üretme fikri düşer ve böylelikle “Volkswagen” ortaya çıkar.

Naziler sadece otoban inşa etmekle kalmazlar. Aynı zamanda büyük mimari projelerinde içinde bulunduğu devasa bir inşaat seferberliğine girişirler. Amaç devasa hükümet binaları inşa ederek mimarinin psikolojisinden faydalanmak, Nazi iktidarının gücünü mimari ile pekiştirmektir. Nazi mimar Albert Speer ve Todt Örgütü her şeyin  “en büyüğünden” yapılar inşa etmek için kolları sıvarlar. Bu amaçla Avrupa’nın en büyük binaları, en büyük şehir kapıları, en büyük tankını, en büyük uçağını vs. inşa ederler.

Naziler hem otobanları hem de devasa binaları inşa ederek;  bir yandan ekonomik durgunluğu, aşırı artış gösteren işsizliği azaltarak iş sahası açmayı hedeflerken, bir yandan da Nazi propagandasının gücünü kullanarak projeler üzerinden güçlerini pekiştirerek hayal ettikleri Büyük Alman imparatorluğuna ulaşacakları nihai savaşın altyapısını hazırlarlar.

‘Halk arabasının’ direksiyonuna geçip  ‘otobana’ çıkan Naziler o kadar büyük bir hızla yol alırlar ki hız sarhoşu olan Almanlar ne olup bittiğinin farkına bile varamazlar. Büyük inşaat projelerinden büyük siyasal projelere geçmenin zamanı gelmiştir. Zaten büyük inşaat projelerinin maksadı büyük siyasal projelerin ekonomik, sosyal, siyasal altyapısını oluşturmaktır. Büyük inşaat projelerinden büyük siyasal projelere geçişin en önemli adımı Alman Meclis binasının (Reichstag)Nazi paramiliter polis teşkilatlarına yaktırılması ile atılır. Ardından Reichstag  yangını ile ilgili olduğu iddiasıyla bütün muhaliflerine yönelik bir tutuklama kampanyası başlatılır. Hemen sonrasında  kişisel hak ve hürriyetleri kısıtlayan bir kararname ardından da Nazi partisi ve destekçisi parti dışındaki tüm partilerin yayınlarını ve seçim çalışmalarını yasaklayan kararname yayınlanır. Son adım Alman Meclisini devre dışı bırakan ve bütün yetkiyi kabineye devredecek olan ‘Yetki Kanununun’ çıkartılmasıdır. Ancak  ‘Yetki  Kanununun’ çıkartılabilmesi için meclisin üçte iki çoğunluğu gereklidir. Bu çoğunluk Nazilerin polis örgütünce kuşatılan meclise bazı sosyal demokrat parlamenterlerin alınmaması ile sağlanır. Komünist seksen bir parlamenter zaten Reichstag  yangını nedeni ile çoktan tutukludur… Sonrası ise malum..II. Dünya Savaşı, Gaz Odaları, Yahudi Soykırımı, milyonlarca ölüm ve akıllara durgunluk verecek çapta bir yıkım.



Bütün bu anlatılanlar hikâyenin Almanya ve Almanlar ile ilgili olan kısmı.  Günümüz Türkiye’sinin politik iklimi o lanetli Nazi düşüncesinin politik iklimi ile büyük oranda örtüşüyor. Umut edelim ki bu örtüşme sadece tarihsel bir Alman hayranlığının bilinçsiz, farkında olmadan masumane bir taklidinden ibaret olsun.

İkinci Binyılın henüz başları… Türkiye. Yolsuzluğa bulaşmış, kirlenmiş siyasi partiler; ekonomik istikrarsızlık, işsizlik, geçim sıkıntısı ve güven vermeyen çalkantılı bir siyasal tablo. Sonrasın da seçim ve tek başına iktidar. Ortak sorunlara ortak akıl üretemeyen bir kültürün aforoz ettiği “koalisyon”un tekliğe önce mağlup sonra da mahkûm olduğu yılların başlangıcı.

Aslında her şey “duble yol” inşaatı ile başlar. İktidar, biraz özgürlük, biraz demokrasi, Avrupa Birliği vs. derken yola çıkar çıkmasına ama bu yol bu haliyle bu siyasi bagajın ağırlığını taşıyacak güçte değildir. Bu ağır yükü taşıyabilecek yeni yollara ihtiyaç vardır. İlk olarak daha önce başlanmış olan ve şiddetle karşı çıkılan Karadeniz Sahil Yolu projesi tamamlanır. Sonra yıllarca tamamlanmayan ve bir yılan hikâyesine dönen Bolu Dağı Tüneli Geçişi projesi. Böylelikle yıllarca bir türlü tamamlanamayan projeler tek tek tamamlanır, iktidarın iş bitiriciliği tescillenir. Sözü edilen projelerden o kadar güçlü geri dönüşler alınır ki iktidar çıktıkları yolun kendilerini geleceğe taşıyacak yol olduğunu hızla kavrar. İşte bu noktadan sonra yurdun bir çok bölgesinde çoğunluğu iptidai  “duble yollar” inşa edilmeye başlanır.  Duble yol projeleri devasa bir propaganda aygıtı maharetinde inanılmaz bir başarı hikâyesi olarak sunulurken artık inşa faaliyetinin kendisi politik bir yolun hammaddesi haline dönüşür. Bir yandan da her türlü demokratik tepkinin, eleştirinin boğulması, sesinin kısılmasının da yegane aracı olur. “Yolsuzluk” dendiğinde “yolsuzluk olsa duble yol yapılabilir miydi”  diyen bir kolaylık sağlayan bu projeler aynı zamanda kronik işsizliğe geçici de olsa bir çare, sermaye transferinin ilk önemli aracıdır.

Ancak onca duble yol, köprü, tünel projelerine rağmen henüz bu yollarda asfaltı ağlatacak milli bir “Volkswagen” yoktur. Hemen daha önce globalizm adına tu kaka ilan edilen “millilik”;  Milli Otomobil projesi ile arzı endam ettirilir. Milli Oto asfalta tekerleğini koyar koymaz, tekerlek yerden kesilir; Milli Uçak havalanır, sonra Milli Tank, top,tüfek derken Millilik yeniden bir yerlerden neşet eder.

Beklenen bir doğal felaketi, depremi karşılayabilecek güç ve sağlamlıkta güvenilir konutlar inşa etme maksadı ile ihdas edilen ancak daha çok deprem etkisi yaratabilecek güçte bir propaganda aracı haline getirilen ve üstelik bunu her türlü kontrol mekanizmasının kapsama alanı dışında tutan bir  “imar diktatöryasının” eliyle yapılmasının adıdır TOKİ.  TOKİ inşaatın abra kadabrasıdır, beton ile çeliğin sihir ile karılmış halidir. Bu öyle bir sihir halidir ki; kentsel dönüşüm diyerek yerlerinden edilip sürgüne gönderilen yoksulları kendine alkışlatır. TOKİ; devlet erkini,  arazi mafyası endamı ile kullanarak işgal ettiği kamu ve özel araziler üzerine Nazilerin Todt Örgütü gibi devasa, herşeyin “en büyüğünden” yapılar diker. TOKİ içinden bir Albert Speer çıkaramaz ama onun “en büyük” olanı inşa etme sevdasına vurgundur. Speer,  Avrupa’nın en büyük binasını, en büyük şehir kapısını, en büyük tankını vs. yaparken ondan çeyrek yüzyıldan fazla bir zaman sonra TOKİ  Avrupa’nın en büyük adalet sarayını, en büyük camisini, en büyük hastahanesini inşa etmektedir. Ancak bir farkla; Naziler neoklasik mimarı ile modern mimariyi harmanlarken, TOKİ gelenekseli Barok bir yorum ile sunma derdindedir.

Türkiye’nin tarihi aynı zamanda kesintisiz bir askeri müdahaleler tarihidir. Asker açık ya da kapalı her zaman başat bir güç olarak temel belirleyendir. Elbette ki her yerel başat gücün arkasında güçlü küresel bir karakter ve son olarak da adına ‘sivil’ denilen üniformasız askerler de vardır. Türkiye darbenin açığını, üstü örtük olanını, postmodernini defalarca gördü ve yaşadı.  Ancak Türkiye askeri karakteri olmayan, takım elbiseli-kravatlı ilk sivil darbesini 7 Haziran 2015’de yaşadı. Bu darbe seçim sonuçlarının kendi kişisel ikballeri açısından tehlike arz eden yönünü bertaraf etmek isteyen bir kısım İslamcı elit siyasal klik tarafından “milli iradenin tecellisinin” engellenmesine dönüktür ve tıpkı askeri muadillerinde olduğu gibi “milli iradenin tecellisinin”  makul olacağı yeni bir seçimin kapısının aralanması ile kendini devam ettirir. Etiketi ister sivil isterse askeri olsun her darbenin bizim gibi ülkelerde gelecek darbenin koşularını oluşturmak ve olgunlaştırmak dışında bir vazifesi yoktur. Bu mana da  15 Temmuz darbe denemesi;  12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın ve son olarak da 7  Haziran darbesinin ve onların başat aktörlerinin katkısı, yol vermesi ve teşviki ile gerçekleşmiştir.

Kuşkusuz 15 Temmuz darbe denemesinin en dikkat çekici eylemi meclis binasının bombalanmasıdır. Pratikte neredeyse hiçbir işlevi kalmamış, sadece  “tek bir iradenin”  ağzına bakan,  o ağızdan çıkan her cümleyi bir ilahi mesaj kutsiyeti içerisinde onaylayan bir noter konumuna indirgenmiş olan meclisin, bombalanması sonrasında geçici de olsa kıymeti tekrar hatıra gelmiş, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki işlevi kutsanmış ve düne kadar hatırlanmayan  “Gazi Meclis”  unvanı dillere pelesenk olmuştur.  Bizde köprünün üstünde ayının dayı, köprüyü geçtikten sonra ise ayının yine ayı olduğu sıkça karşılaşılan bir durumdur. Türkiye,  demokratik siyasetin! olanakları açısından bir fırsatlar ülkesidir. Öyle ki sabredip sıranızı bekleme konusunda acele etmezseniz, hasmınıza, siyasi rakibinize, çarkınıza taş koyana pusu koyma olanakları açısından oldukça bonkörce fırsatlar sunar. Normal şartlar altında demokrasinizi hedef alan ve demokrasinizin kalbinin attığını iddia ettiğiniz alana karşı yapılmış açık bir operasyon karşısında ilk tepkinizin daha fazla demokrasi, daha fazla iradeyi milliye olması gerekir. Oysa tam tersi bir tutum içine girerek krizi fırsata çevirme kolaycılığına düşerseniz, bu kurumları boşa çıkarırsanız, rakiplerinizi krizin hengâmesi içerisinde sessizce tasfiye  yoluna girerseniz, demokrasi düşmanları ile mücadele perdesi arkasına gizlenip sahne de onlarla aynı piyesi oynarsanız “meclisin bombalanmış olması ile meclisi bombalatmış olmanız” arasındaki devasa farkı kocaman bir hiç haline getirirsiniz.

Tıbbi bir kuraldır; yaralıya ilk acil müdahale yaranın olduğu bölgeye yapılır. Koldan yaralanmış iken bacak üzerinde çalışmak yaralıyı kaybetmekle sonuçlanabilir. Eğer bu müdahaleyi bilinçli olarak yapıyorsanız zaten maksadınız iyileştirmek değildir yaralıyı. Sizinle yaralayanın arasında maksat birliği vardır; yaralananı öldürmek. Eğer meclise saldırı sonrasında iradeyi milliyenin hedef olduğunu idrak etmişseniz, yapmanız gereken ilk adım iradeyi milliyenin daha da  güçlenmesini sağlamak yönünde olmalıdır. Eğer siz iradeyi milliye saldırı altında iken bile iradeyi milliyeyi zayıflatma yönünde adımlar atarsanız haklı olarak töhmet altında kalırsınız. Alman meclis yakıldığının hemen ertesi günü yaktıran Hitler gibi meclisin yetkilerini üzerinizde toplamaya kalkışırsanız ister istemez bir Hitler suçlamasına muhatap olursunuz. 15 Temmuz’un hemen ertesinde ilan edilen sıkıyönetimi bütün kuşkularınıza rağmen iyi niyetli bulabilirsiniz, ta ki “millete karşı değil, devletin devlete karşı” ilan ettiğini söylediğiniz sıkıyönetimin anayasal çerçevesini aşıp maksadının dışında bir takım muhalif hedeflere ve bizzat meclisin iradesine ve milletin vekillerine ulaşana dek. Siz darbecilerle mücadele de elinizin daha güçlü olması için milletinde kısmi rıza gösterdiği KHK’lara dayalı OHAL’i;   meclisi by pass etme, bir OHAL rejimi inşaa etme maksadı ile kullanırsanız, üstelik bunu yaparken ülkenin en büyük muhalefet partisine aba altından sopa gösterip bir diğerinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, belediye başkanlarını sizin döneminizde suç olmaktan çıkardığınız  söz ve eylemlerinden dolayı bugün tutuklarsanız, muhalif gazete ve televizyonları kapatırsanız, muhalif bir öğretmen sendikasının on binin üzerinde  üyesini bir KHK ile açığa alırsanız, üstüne üstlük her türlü itiraz yolunu kaparsanız, ahalinin “bu adam son kertede Hitler gibi bir yetki kanunu çıkararak kendini Führer  ilan edecek” kabilinden kelamlarına maruz kalırsınız.

Bütün bunları niye mi anlatıyoruz? Şundan dolayı ki; o,  pek tarihsel hayranlığımız bulunan Alamanlar faşizme otobanla, türlerinin “en büyüğü olan binaların mimarisi” ile, Meclis yangını ile, Kanun Hükmünde Kararname ile girerken,  bizler epey bir süredir “duble yol”la başladığımız yolu, TOKİ’nin Avrupa’nın en büyük Adalet Sarayı, en büyük hastahanesi, en büyük camisi ile devam ederek Meclisimizin Bombalanması, KHK ve OHAL rejimi ile sürdürüyoruz. Daha ne olsun? Bütün bunları “yolumuz benziyor sonumuz benzemesin” diye anlatıyoruz.



Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA