Lilith’ten Lolita’ya Kadının Hikayesi / Tut Şunun Ucundan Yaşayalım Abi!...(6)
Bu hikâye, kadının hikâyesidir. İnsanlık tarihi denilen koca
zaman evresinin henüz en başında, zamanın tik taklarının henüz başlamış, göbek
bağının bile henüz kesilememiş olduğu bir anın kadınlarının, iki kadının, o
anki tavırları ile günümüz kadınlarının tavırlarını şekillendirecek, ona biçem
verecek eylemleri ile büyük ölçüde bugün bile yaşayan iki kadının varoluş
kavgasının hikâyesidir bu. Bu kavga, en
hafif tanımı ile “kadın” ile “karı”nın, “bayan” ile “hanım”ın, “eş” ile
“avrat”ın kavgasıdır.
Kendine güvenen, öz güveni yüksek, toplumsal konumunu yerli
yerinde ölçüp biçmesini bilen, toplum içinde kendine biçilen konuma rıza göstermeyip,
kendine biçtiği konumda duran, kendini toplumun eşit bir bireyi olarak gören ve
kendini ona göre mevzilendiren, kadınlığının farkında olan ama genel olarak
kadınlığın ve kadınlığının kölesi olmayan,
gücünü ve sınırlarını iyi bilen, gerektiğinde bedel ödemeyi göze alabilen,
açıktan bir varoluş kavgasına
girebilecek kadar sert ama aynı zamanda
erkek ile girdiği ilişkide doğası gereği kırılgan, narin, güzel, alımlı, belki
sarışın ama aptal olmayan, anaç ama gerektiğinde baş döndüren bir dişi, ziyadesiyle arzu ve ihtirasla dolu ama düşkün olmayan, erkeği
tamamlayan değil erkekle birlikte dünyayı tamamlayan “kadın” ile kendine güveni
"olmayan, öz güvensiz, zayıf ,güçsüz, yüz yüze konuşamayan, tartışamayan
ama sinsice arkadan alenen veya gizlice çekiştiren , yaftalayan, çamur atan,
varoluş sebebini sadece erkeğinin altına yatmak,hamile kalmak ve doğurmak
olarak gören, dişiliğini erkekle ilişkisinde
doğal bir katalizör olarak görme yerine, komşusunda gördüğü
bileziği,gerdanlığı veya bir koltuk takımını,hiç olmadı bir perdeyi “bende istiyorum” diyerek şantaj malzemesi
olarak kullanan, ilişkiye renk katacak dozunda bir kaprisi şımarıklık ile
karıştırıp bunaltan, kibirli, kindar,en önemsiz tartışmalarda bile savaş
baltalarını çıkarmayı, pençelerini göstermeyi marifet sayan, çirkefliğin
sınırlarını her defasında zorlayan, en
özel anlarınızın itiraflarını zafer kazanma uğruna uluorta ifşa etmekten
kaçınmayan, evlendiğinde tapusunu aldığını düşündüğü erkeğe damızlık at
muamelesi yapıp, istediğinde binip istediğinde inebilmeyi hak olarak gören,
erkeğe at gözlüğü takıp o ana kadar birlikte olduğu çevresinden uzaklaştırmayı ve bencilce sadece kendine bağlamayı ilişki
zanneden,ezik, kifayetsiz,yetersiz,gurursuz,dişil olmayan, erkeğe öykünen, elbisesinin altına gizlediği kıllarını sanki kedi türü benzeri
mevsimlik birliktelikler
yaşıyormuşçasına yaza kadar özenle büyüten, bir erkeğin üst dudağına
yerleştirdiğinizde pos bir bıyık kadar ihtişamlı kaşları, ergenliğe yeni adım
atmış bir gencin yeni terlemeye başlamış bıyıklarını andıran üst dudağı ile
özensiz,bakımsız,derbeder,özsaygısı olmayan,kendine değil başkasının kusurlarına ayna
tutan,tersine evrim geçiren “mahalle karısının”, “avrat”ın hikayesidir bu.
Hikaye, dünyadan
oldukça uzakta, hatta başka bir boyutta, algılarımızın ötesinde ama etkileri
ile algılarımızda devamlı yer eden bir yerde,
hayal ile gerçek arasında bir görünüp bir kaybolan, kalın sisli bir
perdenin arasından nadir de olsa kendini gösteren, bazen rüya bazen gerçek
bazen de her ikisi birden ama daha çok
buğulu bir camın ardından bakılan bir deniz manzarası gibi iç içe geçmiş
grilikler içerisinde bir yerde geçer.
Dünyadan çok çok uzakta…cennette sıradan bir gün. Sırtları, yeşilin onlarca tonu ile dolu, rüzgar ile
hışırdayarak, kusursuz bir uyumla raks
eden yapraklar ile kaplı ağaçlarla bezeli, zirvesinde ise apak bir mantarın
şapkasını andıran karlı dağın hemen önünde onlarca renk ve türde çiçek
ile bezenmiş geniş çim düzlüklerin başladığı yerin solunda yosunlarla kaplı
taşların yükseltisinden binlerce kişilik orkestranın kusursuz bir uyumla
çaldığı “su sesi” oratoryosu eşliğinde apak köpükler ve gökkuşağı içmiş
baloncuklar saçarak akan çağlayanın devamında kıvrılarak akan nehrin kıyısındaki
bin bir renkte, çeşit çeşit meyvenin en çok da dallarından iştah açıcı kan
kırmızısı iri iri elmaların salındığı elma ağacının geniş gövdesini yastık
yapıp,neredeyse çırılçıplak uzanmış iki insan vardır…. Gür, kestane rengi,
alnına ve ensesine gelişigüzel dağılmış
haşarı bir çocuk misali kıvrımlı saçlarının aksine kızıla çalan
sert,uzun ve yüzüne erkeksi bir yabanilik katan karmakarışık sakalları, geniş
ve güçlü omuzları, kabarmış, iri kolları
üzerinde belirgin kıvrımlara sahip güçlü kolları,orta boy birer meşe kütüğünü
andıran güçlü kaslar ile kaplı bacakları, bacak çatalının hemen ortasında
gür,simsiyah bir kıl ormanı ile kaplı alanın olduğu,büyükçe bir incir yaprağı
ile örtülmeye çalışılmış,canlı, yaşayan bir kabarıklık taşıyan erkeğin hemen
yanı başında, omuzlarından aşağı gür bir
şelale gibi kat kat akan kahverengi
kestane sarısı saçları, gül goncasını andıran dışa doğru hafifçe dönük
alt dudağı ile yayı andıran dolgun üst dudağının hemen üstüne kondurulmuş
yüzüyle orantılı ucu kısmen kalkık hafif kavisli burnu, arzu dolu bakan bir
çift şehla göz, saçlarının arasına gizlenmiş pembemsi yapışık memelere sahip
bir çift kulak, saçlarının üzerini örttüğü ayva tüyleri ile kaplı diri iki
kavunu andıran, dolgun göğüslerinin yuvarlağının hemen ucuna konmuş, esen ılık
tatlı rüzgarın etkisi ile iyice dolmuş,diklenip göğüslerini kaplayan saçların
arasından başkaldırmış, yeni olgunlaşmaya başlamış koyu pembe iki kiraz
tanesini andıran meme uçları, şehvetin vadisine varmadan hemen yol üzerinde
bulunan bir dünya tatlısı ayva göbeği, harikulade kusursuz bir geometriye
sahip,doğurganlığın sembolü diri iki
yarım dünya ve dolgun,pürüzsüz beyaz bacakların derinliklerine doğru, üzeri yaprakla örtülmüş,loş, rutubetli, sıcak bir kanyonu
mekan tutmuş kirpinin sahibesi, bir kadın uzanmaktadır.
Manzara-i umumiye; yemyeşil doğa üzerine açmış masmavi gökyüzü,
pırıl pırıl akan sular,kuş cıvıltıları ve namluya sürülmüş bir top mermisi gibi
patlamak üzere olan hormonların artık bütün iradi setleri yerle bir etmeye
hazır yıkıcı gücü ile dolu iki insan. Arzular şelale olup akmaktadır, her
ikisinin gözleri birbirlerinin vücut kıvrımlarında, yükseltilerinde, kabarık
hatlarında sanki bir topografik harita çalışmasına dönük ölçüm yaparcasına dolaşmaktadır.
Kadının gözü, erkeğin güçlü omuzlarına,
güçlü kaslarla derin çukurluklar ve kabarıklıklarla dolu kollarından arzu ile
şişip inen ve bir körüğü andıran göğüs kafesine oradan da yan yana dizilmiş
taraçaları andıran karın kaslarının şekillendirdiği göbek deliği olmayan karın
bölgesine, en nihayetinde de üzerindeki yaprağı, sanki altında bir kaplumbağa hareket
ediyormuşçasına ufak ufak ve düzensiz bir şekilde kaldırıp simsiyah bir kıl
ormanı içerisindeki karanlıklarda iki yetim bademin asılı olduğu hindi
kursağına benzeyen bir torba ve onun hemen üzerinde ise bademlerin asılı olduğu kırış
kırış torbanın ağzına yakın bölgeden çıkan
gözle görülür bir hızla hem şişip hem de uzayan bir hindi boynunu
andıran uzun çıkıntıya takılıp kalır. Bu
arada erkek, bir yandan bir türlü engelleyemediği önündeki hareketin
mahcubiyetini yaşarken bir yandan da kadının omuzlarından aşağı diri
göğüslerinin üzerine saldığı kestane sarısı saçlarının kapadığı göğüslerinin
kabarttığı saçların arasında haşarı bir çocuk misali baş veren arzu ile
dikelmiş pembemsi meme uçlarına aç bir kurt gibi bakarken, bakışları zamanla
göğüs çatalının arasından hızla kayıp göbek deliğinin bulunmadığı karın
bölgesini hızla geçip ayva göbeğinin zirvesinde bir müddet soluklandıktan
sonra, ayva göbeğinin her iki yanında bulunan ve aşağılara doğru inildikçe
derinleşen iki vadinin kesiştiği üzeri yaprakla kapatılmış şehvet merkezinden
yükselen nemli, sıcak şehvet yüklü buğunun değdiği burun kanatları balon gibi
şişerken,son haddesine kadar gerilmiş vücudu sahibinin onayını bekleyen bir
tazı gibi gerilmiş,ileri atılmayı beklemektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder