Cesur Yeni Dünya / ALDOUS HUXLEY


Seri üretim (fordizm) tanrısını keşfetmiş kapitalizmin, insan yaşamını doğumundan ölümüne kadar -ki doğum ve ölümde bu sürece dahildir- bütün evresini tüketim tanrısının kulluğuna esir edecek şekilde dizayn edip,bütün yaşamı tüketim üzerinden işleyen bir organizmanın basit birer bileşeni olarak tasarlayan, fiziksel, duygusal her türlü insani özelliğin bir tüketim kalıbı içerisinde yer edinmesi ile ilerleyen,  farkında olmadan gerçekleşen bir bağımlılığın mutluluk yanılsaması ile ilerleyip kronikleşmesi ile sonuçlanan ve  insani olmayan bir çılgınlıkla sonlanması muhtemel  bir mekanik dünyanın tasviri olarak düşünülebilecek olan kitap,  aslında;  bunun ötesinde çok daha farklı bir toplumsal algı oluşturmak üzere tasarlanıp kurgulanmış bir çaresizliğin tek gerçek olduğu ve  bu çaresizliğin kabulü dışından bir seçeneğin olmadığını alttan alta işleyen ardıl  bir amaca da hizmet ediyor.

Sistemin dayattığı ve her halükarda sistemi ete kemiğe büründüren sınıfın çıkarlarının öncüllendiği toplumsal mühendislik projelerinin, insani olmayan sonuçlarına rağmen elde olanın en iyisi olmasa da ehveni şer olduğu, sistem karşıtı her türlü faaliyetin nihayetinde sistemin bağışıklığının güçlenmesine yol açarak sistemin saldırıya açık zayıf yönlerinin tahkim edilmesine olanak sağladığını ve buna öncülük eden her çevreden tarihi şahsiyetin aslında bu işlevi,  toplum yaşamının farklı renk ve veçhelerinin arkasına saklanarak yürüttüklerini; sistemin bizatihi kendisini ve kendi karşıtlarını örgütleyip dizayn ederek kontrolü dışında bir muhalif forma ortaya çıkma imkanı vermediğini  ve dolayısı ile görünür olan muhalif hareket ve şahsiyetlerin aslında sistemin tahkimi amacı taşıyan önleyici ajanlar oldukları bir güvensizlik ortamında umutsuzluk ve “böyle gelmiş böyle giderciliğin” kanıksanıp içselleştiği bir atmosferde toplumsal yapıların yüzeysel  kestirmeci  alışkanlıklarının devreye girmesi ve egemen ilahiyatının da omuz vermesi  ile, bu sınıfsallığa tanrısal bir atıf yapılır; böylelikle sınıfsal hiddet bastırılır, tehlike olmaktan çıkarılır.


İnsan hayata gözlerini hangi coğrafyada, hangi tabiiyette, hangi dine mensup ve hangi ten rengine sahip olarak açacağını elbette bilemez. Çünkü bütün bu özellikler kendi iradesi dışında ebeveynleri tarafından belirlenecek bir tercihin yansıması olarak kendine miras kalacaktır. Elbette insanın ebeveynlerinin tercihlerinden kaynaklı bütün bu etiketleri zamanla reddi miras etmesi mümkündür. Ancak insanın reddi miras edemeyeceği bir husus vardır ki; onu insan istese de istemese de ömrü boyunca peşinde taşır. Bu miras, sınıf mensubiyetidir. 


Sınıflar arası  geçirgenliğin neredeyse kalmadığı, eleğin üzerinde kalanların her daim aynı kaldığı bu dünyada; para ve güç saltanat yolunu  izleyerek el değiştirdiğinden yada halk deyimi ile “para parayı çektiğinden” insan  içinde doğduğu sınıfın  bütün ekonomik, siyasal, sosyal mirasını taşımak zorunda kalır. Dolayısı ile insanın doğacağı yerin lüks bir hastane süitimi yoksa damı akan bir gecekondu odası mı olacağından,beslenme rejimine, oynayacağı oyuncağa, birazcık zorlasa okuma imkanını yakalayacağı  üniversiteye, sonrasında yapacağı işe, öleceği döşeğin setliğine, cenaze merasimine kadar her şey, bu mirasın izlerini taşır. İnsan devraldığı mirasın türüne göre toplumsal yaşamda kabuller üretir ve bu mirasın yaşamı üzerindeki tüm etkilerine karşı rıza üreterek, onun ile yaşamayı kabullenir,kabullenmek zorunda kalır. Kendisine kalan mirası reddetme yolunu tercih eden azınlık ise,  es kaza kaldığı eleğin üzerinden planlama denilen mucize icat sayesinde eleğin üzerinden üflenip faniler alemine doğru uçurulur.

Kitapta kusursuz bir tanrısal planlama ile sistemin işleyişi ve ihtiyacına uygun insanların, ihtiyaca göre sınıflandırılarak kuluçka merkezlerinde üretildiği; şartlandırma merkezlerinde sınıfsal durumlarına göre uyutularak  hipnotize edildiği bu dünyanın temel amacı, herkesin durumunu kabullenip mutlu olduğu toplumsal ve ekonomik  istikrarın devamının sağlanmasıdır. Toplum icra ettikleri mesleklere göre planlanır, her mesleki grup kendisine vazife edilen işi yerine getirerek toplumsal istikrara katkı sağlar ve böylece sınıfsal farklar ortadan kalkarak, birbirlerine bağımlı mesleki ödevlerin yerine getirildiği  korporatist bir istikrar toplumu yaratılır. Bu toplumda birey görevleri ile mesul, istikrara ve mutluluğa mahkum bir makinedir.

 İstikrar ve düzen, faşizmin ilk adımlarının ayak sesleridir. Düzensizlik vaat ermeyen, farklılıklar barındırmayan, tek tipleştirici  toplumsal tasarıların sonucu düzen ve istikrar adına köleliktir. Bu kölelikten kurtuluş ancak köleliğin farkında olmakla olur.



Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA