Kötülük Problemi

 

Daha önce tekrar tekrar ifade etmiştik. İliç altın madeni cinayeti dolayısı ile bir kez daha ifade etmek farz oldu artık; Akp iktidarı safi bir kötülük iktidarıdır. Bu,  yukarıdan aşağıya bütün bünyeye sirayet etmiş, silsileyi takip eden sıralı bir kötülüktür.  Bu kötülüğü şehrimizde, sokağımızda, işyerimizde, tarlamızda, mutfağımızda her an karşımıza çıkan bir gerçeklik olarak bizzat deneyimliyoruz. Elbette ülkenin geçmişi bu konuda lekesiz, anaların ak sütü gibi tertemiz değildir. Onların, yani kötülüğün efendilerinin deyimiyle “Eski Türkiye’nin de” sabıka kâğıdı bomboş değildir elbette. Ancak Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar yaygın, bu kadar ayyuka çıkmış, bu kadar aleni, bu kadar “kör kör parmağın gözüne”, bu kadar acımasızca, bu kadar hırsla, pervasızca, organize bir kötülük görülmemiştir. Bu büyüklükte, bu hacimde bir kötülük bunlara kısmet olmuştur; “Yaparsa Ak parti yapar” nasıl olsa.

‘Ama ötekilerde yapıyordu’ diyenler haksız değil ama samimiyetsizler. Çünkü şu an, yaşadığımız, gördüğümüz, hissettiğimiz, şahit olduğumuz an itibari ile suçüstü durumundaki bir kötülüğü görmezden gelip, geçmişi anımsatmaya kalkmak  ‘cambaza bak’ demektir.

Yaşananlar, sıradan bir kötülüğün tezahürü değildir. Sıradan, avam bir kötülüğün sonuçları ile - ki bu belki sadece adliyenin konusu olabilir-  yaygın, organize, politik bir erkin gözü önünde, onun iştiraki ile vücut bulan kötülük de elbette adliyenin de konusu olmakla birlikte daha çok politik yozlaşmanın ve toplumsal çürümenin sonuçları ile birlikte sosyolojinin ve etik’in de konusudur.

En bilinen, en can yakıcı örnekler üzerinden anlatmaya çalışalım. Soma maden cinayetinde kolluk güçleri ile birlikte madenci yakınını tekmeleyen Yusuf Yerkel ve onu Frankfurt Ticari Ataşeliği koltuğuna oturtanlar,  6 Şubat depreminde darbe korkusu nedeni ile üç gün boyunca bırakın arama kurtarma yapmayı, yapanı bile engelleyen, interneti yavaşlatanlar, Bakanlık koltuğunda oturur iken İliç’te vahşi bir şekilde maden arama faaliyetinin önünü açıp, kontrolsüz,  önlemsiz kapasite artırımına izin verip, Belediye başkan adayı iken hiç çekinmeden ‘Çevre katliamına izin vermeyeceğiz’ diyebilen Murat Kurumlar, Binali Yıldırımlar  sadece adliyenin konusu olabilir mi?

‘Kötülük Problemi’,  Antik Yunandan günümüze felsefenin en önemli konularından biridir. ‘Mutlak Güç’, ‘Mutlak İyi’ olan Tanrı’nın yeryüzünde kötülüğe neden ve nasıl izin verdiğine dair bir tartışmadır bu. Tanrı’nın  ‘mutlak iyi’ vasfı ile kötülükleri engelleyebilecek ‘mutlak bir güce’ sahip olmasına karşın neden hala kötülüğe izin verdiği tartışmasını, Tanrısal özellikler atfedilen ‘kült liderlerin’ hem bu kötülüğün yaratıcısı hem de izleyicisi olarak türdeşliğinden yola çıkarak genişletebiliriz.

Kült lider kavramı, kitle iletişim araçlarının etkisiyle yüceltilen, kimi zaman tanrısal bir otoritenin yeryüzüne inmiş bir temsilcisi olarak sunulan, yaptığı her davranış haklı gösterilen ve insanüstü özellikler atfedilen lideri tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu süreçte, inşa edilen kutsiyet ve mükemmeliyetçilik, çevresindeki fanilerden üstünlüğü ve insanüstü bir figür olarak liderin kendisi neredeyse tapınma öznesi olacak otoriter bir figür haline dönüşür. Hikmetinden sual olunmaz, sorgulanamaz, hesap vermez , yarı dünyevi yarı uhrevi otoriter bir figür olarak diktatörlüğe doğru yola çıkmış bir lider kültü inşa edilir.

“ Dünya liderliği kabiliyetinde ve Allah-u Teala’nın bütün vasıflarını toplamış bir lider, Sayın Recep Tayyip…”

“Recep Tayyip Erdoğan, bizim için adeta ikinci bir peygamber gibidir”

Alman filozof  Gottfried Wilhelm Leibniz’a göre “Tanrı mümkün dünyaların en iyisini yaratmıştır. Mümkün olanın en iyisini yaratabilmek için bir takım kötülüklere göz yummak zorundadır.”

Leibnez’den hareketle, “dünya liderliği kabiliyetinde…Tanrı’nın bütün vasıflarını toplamış…adeta ikinci peygamber” olan Liderimiz, Reisimiz  mümkün olan en iyi Türkiye’yi yaratabilmek için mi  ‘Soma maden faciasına, Pamukova tren kazasına, Çorlu tren kazasına, Aladağ yurt yangınına, Kastamonu Bozkurt’ta ki sel felaketine,son olarak İliç maden faciasına…’ göz yummak zorunda kalmıştır.

En iyisi sözü David Hume’a bırakalım:

“Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?

Öyleyse o güçsüzdür.

Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?

Öyleyse o iyi niyetli değildir.

Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu? “

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA