Sisifos Söyleni / ALBERT CAMUS
Yaşamın bir anlamı var mıdır? Yaşam yaşanmaya değer mi? Bu
sorularla başlıyor Camus kitabına.Biz her şeyden önce yazarın sık sık
kullandığı, nerdeyse kitabın düşünsel zemini oturttuğu bir cümlenin açıklaması
ile başlamak istiyoruz : Uyumsuz. Her ne kadar kelime manası olarak
absürd,saçma ,abes gibi anlamları işaret etse de tek başına yeterli değil bu açıklamalar
yazarın yüklediği anlamı düşündüğümüzde. Yazar kitapta uyumsuzu yukarıda ki manalarını ihtiva eder bir mahiyette kullansa
da , gerçekte insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını
anlamış, her şeyi olduğu gibi gören, bilinçli insan ya da düşünce manasında
kullanmış.
İnsan uyumsuzu nasıl keşfeder? Evren ile varlığı arasında ki
ve her ikisinin us’u ile etkileşimi sonucu ortaya çıkan o hiçliği,boşluğu nasıl keşfeder?
“..Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün 'neden' yükselir ve her şey şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. 'Başlar', işte bu önemli. Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından sonuç gelir zamanla, intihar ya da iyileşme..
“..Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün 'neden' yükselir ve her şey şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. 'Başlar', işte bu önemli. Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından sonuç gelir zamanla, intihar ya da iyileşme..
Harekete geçen bilincin yapacağı ilk iş, düşünceyi kendi kendisine yöneltmektir. Kendi kendisine
yönelen düşüncenin bulduğu ilk şey çelişkidir. Yaşadığı dünyayı ve
varoluşunu insansala indirgeyemeyen, onu
anlamakta güçlük çeken bir çelişkidir bu. “… İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, var olduğu yargısına varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da var olduğu yargısına varıyorum. Tüm bilgim burada duruyor, gerisi kurmaca. Çünkü varlığından kuşku duymadığım bu "ben"i kavramaya çalıştım mı, onu tanımlamaya, özetlemeye çalıştım mı parmaklarım arasından akıp giden bir su oluveriyor. Bürünebildiği tüm yüzleri bir bir çizebilirim, ona verilmiş olan her şeyi, bu eğitimi, bu kökeni, bu ateşliliği ya da bu susmaları, bu büyüklüğü ya da düşüklüğü de bir bir çizebilirim. Ama yüzlerin toplamı yapılmaz. Benim olan bu yürek bile hep tanımlanmaz kalacak benim için. Varoluşum konusunda vardığım bu kesinlikle, bu güven vermeye çalıştığım öz arasındaki çukur hiç bir zaman dolmayacak..”
Varlığı ile özü,
ben’i arasındaki çukuru doldurmaya, o
boşluğu anlamaya çalışan insanın önünde üç yol vardır. Us dışına çıkmak yada
Tanrı ile tanışmak, başkaldırı yada mücadele, ışığı kapatma yada intihar.
Us dışına çıkmak yada
Tanrı ile tanışmak ………..Varlık ile öz arasındaki çukuru doldurmak için “ tek çıkar yol, insan yargısı için bir çıkış yolu bulunmayan yerdedir. Böyle olmasa Tanrı’yı ne yapacaktık? Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar onu bulmaya yeter….Bir Chestov felsefesi varsa, bu felsefenin tümüyle burada özetlendiğini söyleyebilirim. Çünkü Chestov, tutkulu çözümlerinin sonunda, her türlü yaşamın temel uyumsuzluğunu bulduğu zaman, “işte uyumsuz” demez hiç. “İşte Tanrı: ona bağlanmak gerekir, bizim ussal ulamlarımızın hiçbirisine uymasa bile” der Chestovu eleştirirken yazar. “ Birbirlerine dayanıp da bir türlü kucaklaşmayan bu benlik ile bu dünyanın ne üzerine kurulmuş olduğunu..yaşamın kuralını ..soruyorum,onun karanlıkla, bilgisizlikle yüklü olduğunu biliyorum, ama bana bu bilgisizliğin her şeyi açıkladığını, bu karanlığın benim ışığım olduğunu söylüyorlar” Dünyayı, doğayı,onun kuralını, insanı ve onun
yaşamını ve bütün bunlara bağlı olarak ölüm ve hiçliği, ez cümle uyumsuzu,karalığı
ve boşluğu anlamaya çalıştığımızda bize
Ziya Paşa gibi;
“idrak-i meali bu küçük akla gerekmez
zira ki bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” diyerek adresi bilinemeze kesiyorlar.
zira ki bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” diyerek adresi bilinemeze kesiyorlar.
Başkaldırı yada mücadele….. Sisifos Efsanesi... Tanrılara kurnazlığıyla kafa
tutan Sisifos, ölümü zincire vuracak kadar zeki bir yöneticidir. Tatanos'un
tutsaklığıyla sonsuzluğu halkına bahşeder. Bolluk içinde günler geçmekte,
insanlar ölümsüz tanrılara kafa tutmaktadırlar. Tanrılar işsiz kalmıştır. Sisifos, Tanrıların
gazabına uğrayıp sonsuzluğa mahkum edilmekle birlikte bir cezaya çarptırılır.
Ağır mı ağır bir kayayı dağın tepesine kadar çıkartacak fakat kaya ağırlığından
dolayı tekrar aşağı yuvarlanacaktır. Sisifos kayanın yamaçtan aşağı
yuvarlanışını izlemekte ve tekrardan onu yukarı taşımaya çabalayacaktır.
Tanrılara göre, bu görev tekrarlandığında boş ve yararsız bir işin sürekliliği
sağlanacaktı. Kayayı yüzlerce kez tepeden aşırmak için
gösterdiği çabaya rağmen Sisifos'un mutlu olduğunu söyler
Camus. Çünkü Sisifos yaptığı işin bilincindedir. Bu
bilinçle tanrılara “…..bilinç ve başkaldırı, bu yadsımalar vazgeçişin karşıtıdır. Tersine, insan yüreğinde indirgenemez ve tutkulu olan ne varsa hepsi bunları yaşamıyla canlandırır. Uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. Gönüllü olarak değil, uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. İntihar bir yanılmadır. Uyumsuz insanın tüm yapacağı herşeyi tüketmektir. Uyumsuz onun son noktasına varmış gerilimi, bir yalnız çabayla sürekli olarak sürdürdüğü gerilimidir, çünkü bu bilinçte ve bu günü gününe başkaldırıda biricik gerçeğini ortaya koyduğunu bilir. Bu gerçek de meydan okumadır…..”
meydan okuduğu için mutludur. Sisifos, oluşturduğu bilinç ve
gösterdiği dirençle tanrıların bu anlamsız cezasını da bir gün kesinlikle
yeneceği umudundadır.Başkaldırı yaşama değerini verir.
Işığı kapatma yada intihar……. Her şey düşünmeyle başlamakla
başlar. Dünyayı, yaşamı, evreni, ölümü, varsa sonrasını ve evren karşısında
insan bilincinin zayıflığını,güçsüzlüğünü
ve yetersizliğini düşünmeye başlamakla başlar.
“…..Düşünmeye başlamak, için için yenmeye başlamaktır. Bu başlangıçlarda toplumun fazla bir etkisi yoktur. Kurt insanın yüreğindedir. Yürekte aramak gerekir onu. Yaşam karşısında uyanıklıktan ışık dışına kaçışa götüren bu ölümcül oyunu izlemek ve anlamak gerekir… Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. Yalnızca “çabalamaya değmez” demektir kendini öldürmek…”
“…..Düşünmeye başlamak, için için yenmeye başlamaktır. Bu başlangıçlarda toplumun fazla bir etkisi yoktur. Kurt insanın yüreğindedir. Yürekte aramak gerekir onu. Yaşam karşısında uyanıklıktan ışık dışına kaçışa götüren bu ölümcül oyunu izlemek ve anlamak gerekir… Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. Yalnızca “çabalamaya değmez” demektir kendini öldürmek…”
Yazgının yükü altında ezildiğimizde , ona başkaldırmadığımız
gibi onu kabullenmediğiz de geriye yapılacak tek şey kalıyor. Yazgıyı
hızlandırma..intihar. Her ne kadar intihar
içinde yazgıya ,uyumsuza bir başkaldırıymış gibi gözükse de; aslında yazgıya hız vermiş olmanın, kaçınılmaz
yazgıya razı olup ona bir an önce varmanın, uyumsuzun çelişik dünyasına dayanamamanın
bir sonucudur.
“….İntiharın başkaldırıdan sonra geldiği sanılabilir. Ama yanlış olarak. Çünkü intihar başkaldırının mantıksal sonucu değildir. İçerdiği razı oluş dolayısıyla , onun tam tersidir. İntihar, sıçrama gibi, en son noktasına götürülmüş kabullenmedir…..”
Yorumlar
Yorum Gönder