Bir Gün Tek Başına / VEDAT TÜRKALİ

“Bir Gün Tek Başına” Vedat Türkali’nin ilk romanı. Kurgusu ile karakterleri ile olayların geçtiği zaman dilimi itibari ile bir dönem romanı ama sadece ve sadece bir roman değil. Karakterlerin;   kişisel,politik,psikolojik çizgilerinin ana hatları, Yazar’ın içinde bulunduğu politik mücadelenin bileşenlerinin  gerçek bireysel hikayelerinden devşirilmiş.Bu roman kahramanlarının büyük çoğunluğunun  Yazar’ın içinde bulunduğu toplumsal yapının bileşenlerinin  bireysel hikayelerinin bir çoğunun günümüze ulaşmamış tanıdık bildik bireyler olmamasının yanında özellikle “baba” karakterinin gerçek yaşamdaki izdüşümünün, bugün bile belli çevrelerde oldukça tanınan,bilinen Hikmet Kıvılcımlı olduğu söylenir. Zaten Yazar, romanda diğer karakterleri ayrımsız bütün özellikleri ile ,zaafları,gelgitleri ,düşkünlükleri,kahramanlıkları,zayıflıkları ile verirken, “baba” karakterini hayatın içinde bütün artı ve eksileri ile bir insan olarak değil,kusursuz,bilge, birazcıkta mitleştirerek anlatmıştır.

“Bir Gün Tek Başına” sadece bir dönem  romanı değil demiştik. Evet ; “Bir Gün Tek Başına” bir dönem romanı olmanın yanı sıra, bir yakın tarih kitabı, bir psikoloji kitabı, bir devrimci  manifestodur aynı zamanda. Bir yakın tarih kitabıdır ama tarihsel kitapların o küf kokan,ezber ve dayatma kokan tekdüzeliğinden ve yavanlığından eser yoktur.  Kitap; ta tek parti döneminin Türkiye’sinin akıl almaz baskıcı yöntemlerinden, bu baskıcı yöntemlere en çok maruz kalan sosyalistlerin hikayelerinden,Takrir-i Sükün  ve benzeri  baskıcı yasalardan, politik sürgünlerden,tek parti dönemi CHP’sinin içinden demokrasi ve özgürlük vaadi  çıkan Demokrat Parti’nin, öncüllerinin yolundan giderek, baskı,sansür,tehdit ile bina etmeye çalıştığı iktidarının, Tahkikat Komisyonları ile iyice zıvanadan çıkması üzerine CHP’nin özgürlük söylemi arkasına sığınan tavrından ,gençlik hareketleri  ve 27 Mayıs darbesine uzanan olayları farklı açılardan değerlendirmekte. O dönemde muhalefette bulunan CHP’nin tavrı üzerine  Şevket’in ;  “Allah belasını versin muhalefetin.İktidardayken öyle pislettiler ki ülkeyi şimdi kendileri de geberip gidecek o pisliğin içinde..”(s.224), öğrenci eylemleri üzerine Kenan’ın ; “ Tam Menderes Sovyetlere yanaşacağı sıra özgürlük ayranı kabardı birilerinin. Bilmem nasıl yutuyoruz  bu oyunu?..”derken adeta tarih tekerrürden ibarettir sözünü doğrularcasına bugün ki “paralel yapı” tartışmalarını,”zamanlama manidar” sözlerini ibretle hatırlıyor ,  yine “ Birçok evin kapılarını tebeşirle çizmişler; Demokratlar temizletecekmiş buradakileri.” (s.708), Günsel’in ; “ Tahkikat Komisyonu’nun CHP’yi suçlamasında  gizli hücre kurmak,Bizim Radyo önerilerine göre eylemde bulunmak filan var…NATO’ya düşman olduklarını da yayıyorlar CHP’lilerin” (s.678)sözleri ile de bugün yaşanan kaset savaşlarının kirli ve değişik bir versiyonunun hayata geçirildiğini ve siyasetin,  ta en başından beri  ülkemizde kirli bir zemin üzerinde yürüdüğü gerçeğini bir daha ibretle görüyoruz.

Cumhuriyet kurulalı beri yeraltından legale çıkamamış, çıkarılmamış,  o dar alanda hapsedilmiş, baskı,takip,hapis,gözaltı ve işkence tehdidi ile muhalif siyasal alanda var olmaya çalışan sosyalistlerin, biraz içe kapanıp kendilerini anlatmakta eksik kalmaları,daha çok da hiçbir şekilde politik arenada var olmasına  tahammül edemeyen sistemin manipülasyonları ile insani özelliklerinden sıyrılmış daha çok bir robotu andıran sert,duygusuz,militan, gülmeyen,somurtuk sosyalist tipinin aksine kitapta; seven,nefret eden,aşık olan,sevişen,gelgitleri, kararlılıkları,kararsızlıkları olan,şüphe eden,korkan,korkularını üzerine gitmek için çaba harcayan, kendi kendi ile hesaplaşan,zaaflarına teslim olan,canı acıyan,üzülen,gülen,psikolojik sorunları altında ezilen,takıntılı velhasıl içimizden birinden herhangi bir farklılık arz etmeyen sosyalist insan tipi ile karşı karşıyayız. Sistematik bir baskı karşısında bir savunma içgüdüsü olan korkunun ( bu korku sadece yakalanma ile ilgili değildir. Başarısız olma,beceriksizlik gibi korkuları içerir daha çok)  bu insanların psikolojik-politik –zihinsel  dünyalarına yaptığı baskının  travmatik sonuçlarından ilki “içe kapanma”, ikincisi ise politik paranoyadır.  Bu politik paranoya her daim  yerli yersiz “hain” üretmeye uygun bir altyapı sunar. Kitapta Kenan’a hainlik ile suçlandığını söyleyen Sadi’nin ; “..Bu ülke böyle..Bizim Muhittin Ağbi’nin bir sözü vardır. Biri çıktı mı ortaya, başlarlar önce,yetişiyor yetişiyor demeye, ondan sonra başlarlar,bizden bizden derler; ondan sonra da polismiş,polismiş….” (s.707) sözü ne güzel anlatır durumu.

“Gerçek devrimci yolunu hiç sapıtmadan bitirendir. Bir devrimci ölmeden,yani son sözünü söyleyip de kavgadan çekilmeden yargıya varılmaz” (s.282) der ama bazıları için “bu düşünceler gençlikte var olan,sonra da ara sıra söz konusu edilen,yaşam çizgisine bulaşmasına kesinlikle izin vermeyeceğimiz…hemen unutulacak şeyler” dir.

Kitabın Konusu;


“27 Mayıs 1960 askeri darbesinden önce Türkiye içten içe kaynıyor. Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri… Yaşam, Kenan'a kendini bir kez daha sınama olanağı verir.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA