Başkaldıran İnsan / ALBERT CAMUS

Albert Camus, kitabında başkaldırıyı iki farklı boyutta ele alır. İlkin başkaldırı dürtüsünün insanın özünde var olduğunu, bunun insanın “dünyanın anlamsızlığına” başkaldırmayı içerdiğini, diğerininse belirli bir tarihsel koşullarda insanın o tarihsel duruma değiştirmek maksadı ile eyleme geçmesi ve onu değiştirmeye çalışmasını içerdiğini savunur. Ancak Camus başkaldırının sonucunda elde edilen verili durumun kendini eninde sonunda bir zorbalık yönetimine taşıdığını ve bunun yeniden bir başkaldırının zeminini oluşturduğunu savunur.

Camus’un ; “doğaötesi başkaldırı”  olarak tanımladığı ve dünyanın anlamsızlığına  isyan şeklinde tezahür eden başkaldırı; insan olarak kendine verilen koşula başkaldırıdır. “Başkaldırmış kişi bir yandan ölümlü koşulunu yadsırken, bir yandan da kendini bu koşul içinde yaşatan gücü (tanrı’yı) yadsır. Öyleyse doğaötesi başkaldırı tanrısız değildir ama ister istemez kutsala sövücüdür. Ne var ki, Tanrı’yı ölümün ve en büyük aykırılığın babası olarak gösterirken,her şeyden önce düzen adına kutsala saygısızlık eder.”   Ancak, “başkaldıran kişi, (tanrı’yı) yoksamaktan çok, meydan okur.Hiç değilse başlangıçta Tanrı’yı silmez, yalnızca eşit eşite konuşur onunla. Ama kibar bir söyleşim değil, yenme isteğinden hız alan bir tartışma söz konusudur….Tanrı’nın tahtı yıkıldıktan sonra, ayaklanmış kişi kendi koşulu içinde boşu boşuna arayıp durduğu adaleti,düzeni,birliği kendi elleriyle yaratmanın, böylece Tanrı’nın düşüşünü doğrulamanın boynuna borç olduğunu kabul edecektir. O zaman, gecikince cinayete de başvurmak pahasına, insan egemenliğini kurtarmak için umutsuz bir çaba başlayacaktır.” İnsanın gökyüzü ile savaşı sonucunda “dünya tanrısal istemden yoksun olduğuna göre,birlikten ve amaçtan da  yoksundur..”  öyleyse  “hiçbir şey doğru değil,her şeye izin vardır.”

“Kimdir başkaldıran insan? Hayır, diyen biri…Bu “hayır”ın içeriği nedir? Örneğin, “fazla uzadı bu iş”, “buraya kadar evet, bundan ilerisine hayır”, “çok ileri gidiyorsunuz” ya da “geçemeyeceğiniz bir sınır vardır” anlamlarına gelir… Kısacası bir sınırın varlığını kesinler bu hayır…Böylece, başkaldırı edimi hem katlanılmaz bulunan haksızlığın kesinlikle yadsınmasına, hem de bulanık bir hak inancına..dayanır. Ne denli bulanık bir biçimde olursa olsun,bir bilinçlenme doğar başkaldırı eyleminden..”  Camus’a göre başkaldırı ille de, sadece bireyin kırmızı çizgilerinin başkaları tarafından aşılması yada bireyin haksızlığa uğrayıp ezilmesi ile ortaya çıkmaz. Aynı zamanda, “başka birinin ezilişini görmekten de doğabilir.”  Dahası; “düşman bildiğimiz insanlara yapılan haksızlığı da başkaldırtıcı bulabiliriz.”  Bu başkaldırının tümden bencil bir eylem olmadığının da göstergesidir.

Camus, “devrim başkaldırının mantıksal bir sonucundan başka bir şey değildir” der. Tanrı’nın krallığını yıkan insanoğlunun, “ tanrı öldüğüne göre, dünyayı  insanın kendi güçleri ile değiştirip  düzenlemesi gerekir.İlenç gücü buna yetmediğine göre, silah gerekir,tümün fethi gerekir…Başlıca devrimler biçimlerini ve özgünlüklerini öldürmeden alır.Hepsi yada hemen hepsi insan-öldürücü olmuştur.”  Camus, Fransız Devriminden yola çıkarak devrimlerin er yada geç zorbalıkla son bulacağına inanır. Çünkü her başkaldırmış benliğinin efendi tarafından tanınıp,eşiti olduğunu kabul edilmesini ister. Kendisi de efendi olmak ister. “Köleler ordusu köleleri kurtarır, hemen sonra da eski efendilerini kendilerine köle olarak verir……Adalet için ölenler, bütün çağlarda, birbirlerine "kardeş" demişlerdir. şiddet, hepsi için ezilmişler topluluğu adına, yararına, düşmana yöneltilir. ama devrim tek değerse, her şeyi ister, hatta hafiyeliği, dolaysıyla dostluğun kurban edilmesini bile. bundan böyle şiddet, soyut bir düşünce yararına, dost-düşman demeden herkese yönelecektir.Devrimin kurtarmak istediği şeyden bile önce gelmesi….” Ve  devrimin önce kendi evlatlarını yemesi. “Başkaldırı,…karşı gelmenin tarihidir. Buna karşılık devrim,dünyayı kurumsal bir çerçeveye uydurma çabasıdır. Bunun için, başkaldırı insanları öldürür, devrimse hem insanları, hem ilkeleri yok eder.”


Camus, kitabın sonlarına doğru yaptığı Marksizmin ve Leninizmin eleştirisi oldukça dikkate değer ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken açılımlar ihtiva eder. Özellikle Sovyet devriminin nasıl bürokratik bir zorbalığa dönüştüğü, bu zorbalığın devrim adına nasıl adım adım formüle edildiği konusunda ilginç açılımlar ihtiva ediyor. “İlkin kitle saltanatından , proletarya devriminden  çekirdekten yetiştirme ajanlarca yapılıp yönetilen devrim düşüncesine geçilir.Sonra, amansız devlet eleştirisi, önderlerinin kişiliğinde  geçici ama zorunlu proletarya diktatörlüğü ile uzlaşılır.Daha sonra, bu geçici durumun sonunun önceden kestirilemeyeceği , üstelik böyle bir sonu vat etmeyi de hiç kimsenin düşünmediği bildirilir. Bundan sonra, Sovyetlerin özerkliği ile savaşılması, Cronstadt denizcilerinin partice ezilmesi mantığa uygun olur.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA