Zamanımızın Bir Kahramanı / MİHAİL LERMANTOV

Sanırım Çetin Altan bir yazısında söylemişti; Doğu’da pusu kurulur, Batı’da düello yapılır. Yazarımız Mihail Lermantov asıl iştigal alanı şiir olmakla birlikte yazdığı bu roman ile genç yaşta Rus edebiyatının önemli şahsiyetleri arasında yer alır. İngiliz şair Lord Byron’dan etkilenerek yazar ilk şiirlerini. Ancak asıl etkisinde kaldığı kişi yine kendisi gibi Rus olan Puşkin’dir. Puşkin, Dekarbistler’le* ilişkili olduğu gerekçesi ile Kafkasya’ya sürgün edilir. Kafkasya Çar’ın muhalifi olan Dekarbistlerin sürgün yeridir. Bir çok Dekarbist  subay Kafkasya’da bulunmaktadır. Puşkin daha sonra Dekarbist subayların yönettiği  1828 Osmanlı-Rus  savaşına katılarak Erzurum’a kadar gelir.Bu seferle ilgili anılarını yayınlar.

Her neyse;  Puşkin eşi ile gönül ilişkisi kurmaya çalışan bir kişi ile yaptığı düello sonucu ölür. Bu olaydan etkilenen M.Lermantov, bir ağıt kaleme alır;bu ağıtın Çar’lık sarayında  duyulması üzerine, Dekarbist’lerle  ilişkisinden şüphelenilerek tutuklanır ve Kafkasya’ya bir alaya sürülür. M. Lermantov’da  ilk önce Petesburg’da Fransız elçinin oğlu ile düello yapar ve tekrar Kafkasya’ya sürülür. Daha sonra başka bir subayla yaptığı düello sonucu yirmi yedi yaşında ölür. Çetin Altan’ın yukarıda andığım sözünü Puşkin ve Lermantov’un kendilerine karşı yapılmış bir hakaret karşılığında, gizlice erketeye yatmak yerine, erdemli bir insan gibi birebir hasmı ile yüzleşme yolunu seçmiş olması dolayısı ile andım.

Lermantov, Kafkasya sürgünü dolayısı ile edindiği izlenimleri romanın ilk bölümünde oldukça sade ve berrak bir dilde kaleme almış. Kafkasya coğrafyasını,dağlarını,ovalarını vahşi tabiatının yanı sıra, Kafkas halklarını oryantalist bir bakış açısından uzak kalmaya çalışarak anlatmaya çalışmıştır. Roman, bugün “kopuk” olarak ifade edebileceğimiz bir asker olan Peçorin karakteri üzerine inşa edilmiş.  Kahramanımız Peçorin, soylu bir aileden gelen aynı zamanda,felsefe tarih ve  edebiyatla ilgilenen bir gençtir. Kıvrak bir zekası, sınırsız bir cesareti vardır ve elde etmek istediği değerler için çaba gösterir. Doğaya karşı duyarlı oluşu onun duygusal yönünü de ortaya çıkarır. Ancak bu olumlu özelliklerin yanında Peçorin çevresindekilere karşı soğuk, acımasız, alaycı ve kimi zaman da duyarsızdır. O da herkes gibi  bir zamanlar “boş,nankör duyguların çekiciliğine kapılmış”,  ancak “onların ocağında demir gibi sert ve soğuk çıkmış, o soylu duyguların ateşini  bir daha gelmemecesine yitirmiştir. (s.156) Yitirmiş olduğu o duygular neticesinde oluşturduğu bireyci ve bencil yapısı onu yalnızlığa mahkum eder. İçinde büyük güçlerin varlığını hisseder ama bunu doğru kullanmayı beceremez. Kimseyi mutlu edemez; kendi de mutlu değildir.Sürekli olarak kendi ile kavga halindedir. Kadınlarla ilişkilerinde aşk yoktur. “Aşk da, ateş gibi, yalımı tükenince biter” (s.135)
 Peçorin’in sevdiği kadınlar da tamamen zıt kutuplardadır. Peçorinîn aşk hikayesinde Bella, dağlı bir Çerkez beyinin, genç , güzel fakat eğitimsiz, yabanıl bir doğallığa sahip  bir kızıdır.Prenses  Meri ise soylu, eğitimli ve  aşka susamış bir genç kızdır. Ama kahramanımız her ikisinde de amacına ulaştığında sıkılır ve sevgililerine ilgi göstermez.  O ilişkilerinde hep hayal kırıklıkları yaratır.  Bencil ve doyumsuzdur. İlişkilerinde bağlılığa, sadakate ve sorumluluğa yer yoktur. “Benim yerimde bir başkası olsaydı prensese kalbini ve servetini teklif ederdi, ancak ‘evlenmek’ sözcüğünün üzerimde zehirli bir etkisi vardır. Bir kadını ne kadar tutkuyla seversem seveyim, bana kendisiyle evlenmek zorunda olduğumu ucundan kıyısından bile hissettirecek oldu mu – elveda aşk! Kalbim taş kesilir ve hiçbir şey onu tekrar ısıtamaz. Evlilik dışında her türlü özveriye hazırım, yirmi kere hayatımı, hatta namusumu ortaya koyarım… ama özgürlüğümü satamam. Neden ona bu kadar değer veriyorum? Özgürlükte ne buluyorum?.. Kendimi neye hazırlıyorum? Gelecekten ne bekliyorum?.. Doğrusu, hiçbir şey. Benimki, doğuştan gelen bir korku, açıklanamaz bir önsezi…”   Onun sevgisi bencilce bir sevgidir. Veren değil hep isteyen,hep kendine çalan bir sevgidir. Tıpkı eski sevgilisi Vera gibi. “O beni sadakat yemini etmeye zorlamıyor, ayrıldığımızdan beri başkalarını sevip sevmediğimi sormuyordu…”

Aslında kahramanımız Peçorin, her ne kadar ilişkilerinde bencil, sorumsuz olsa da “evlilik dışında her türlü özveriye hazırım, yirmi kere hayatımı, hatta namusumu ortaya koyarım.” der.  Hatta hiçbir zaman evlenmeyi düşünmese de Prenses Meri için bir başka erkekle ölümüne düelloya girecek kadar, gözü karadır. O iç çatışmalarını sonuçlandıramamış, pusulasız ve amaçsız biridir. Kendini hayatın akışına olabildiğince bırakmış, o akışa teslim olmuştur.  “Hayatın kasırgası içinden birkaç fikirle çıktım ben, duygu aramayın.Uzun süredir kalbimle değil kafamla yaşıyorum zaten. Kendi tutkularımı ve davranışlarımı dikkatle inceliyorum,ilgiyle ama hep dışarıda kalarak.Benliğimde iki kişi barınıyor; bunlardan biri kelimenin tam anlamı ile yaşıyor,öbürü ise onu yargılıyor.”  (s.159)


Peçorin, yönünü belirleyememiş, ne istediğini bilmeyen, kendi iç bunalımları ile ordan oraya savrulan,bütün donanımlarına rağmen bir işe yaramaktan uzak “ lüzumsuz insan” tipinin bir örneğidir.  İnançsız,amaçsız  ve aynı zamanda çaresiz bir insanın kendisi ile savaşıdır. Tıpkı Aylak Adam’ın Zebercet’i,  Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ı, Turgut Özben’i gibi



*DEKARBİSTLER ; (rusça dekabr aralık'tan fr. decabriste). Petersburg'da Nikolay l'in tahta çıkışı sırasında düzenlenen 26 (eski takvimde 14) Aralık 1825 ayaklanmasına katılan Rus devrimcilerine verilen ad.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA