Putların Alacakaranlığında / FRIEDRİCH NİETZSCHE
“Yaşamak… Uzun süre hasta olmak demektir.” Tutkularınızı yeşertmemişseniz, gizleyip
karanlık dehlizlerde ahlak denilen celladın eline teslim etmişseniz bu hastalık
ilelebet peşinizi bırakmayacaktır. Tutkularını kaybetmiş insan “gerçek
dünya”nın yalanlığına (!) sığınarak,
başka bir dünyanın masal
dünyasının sınırsız tutkularına kendini hazırladığını düşünerek, bu dünyanın,
gerçek dünyanın öcünü “öteki dünya” ile alır.Bu dünyada köküne kadar frenlenmiş
tutkularınızın ödülü; öteki dünya da
frenlerin boşalmış bir tutku denizine çivileme atlaması ile sonuçlanacak yada
ödüllendirilecek , “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” Huri’lerle, erkek tutkusuna göz kırpan, kadın tutkusunu malzeme olmaya
müebbet kılmış bir öteki dünya ödülünün kendisidir.
Nietzsche; dinlerin
dolayısı ile kilisenin tutkulara karşı savaş verdiğini,tutkuları günah denilen
parmaklıklar arasına hapsederek ,aslında yaşama karşı savaş açtığını söyler.
O’na göre dinlerin insan yaşamını tedavi (!)
etme yöntemi “Kastrasyondur”
(Hadım etme). “Hiçbir zaman “insan
arzuyu nasıl manevileştirir,güzelleştirir, Tanrısallaştırabilir?” diye
sormaz.” Her dönemde ( bedensel zevklere
düşkünlüğün, gururun, iktidar hırsının ,açgözlülüğün,intikam hırsının) kökünü
kurutma disiplinini önemsemiştir. Ama
tutkunun köklerine saldırmak,hayatın köklerine saldırmak demektir..yaşamı
düşman görmektir.”(s.28) Ancak genelde kilisenin özelde bütün dinlerin tutku
ile savaşı insan hayatı üzerinde yarattıkları boşluklar üzerinden sızma
yaparak,tutkuları şeytanlaştırarak, yaşam üzerindeki kontrol yollarına sızmak,
yaşamın temel lojistik kaynakları üzerine hakimiyet tesis edip iktidarını
kurmaktır.İnsanın tutkularının kefaretini belirsiz bir öte dünya armağanı
üzerinde ödeyecek dinler, kendi
iktidarlarının ödlünü bu dünya da tahsil etmekten, fanileri ibreti alem olsun
diye öte dünyanın engizisyonuna bırakmadan bu dünya da hal etmeyi seçerler. “Ahlak, yaşamın önemini,gereklerini ve
amaçlarını değil, yaşamın kendisini yargıladığı sürece bu, hiç acıması
olmayan,tarifi imkansız zararlara sebep olur” (32); yaşamın kendisini
sorgulamak, yaşamı başka bir yaşam için,sözde ebedi bir yaşam için, yaşamı
köreltmek,karartmak ve ötelemektir.
Tutkuların yada yaşamın yolundan gitmek ve yahut ahlakın yolunu tutmak. Seçmek işi özgür bir
iradenin işidir. Ahlakı ya da tutkuları seçen birey, sonuçlarına da
katlanacaktır. Seçimi sonucunda ya suçlanıp cezalandırılacak ya da ödüllendirilecektir.
Özgür irade; “ İnsanlığı kendi
anlamlarında “sorumlu” yapmak,yani onu kendine bağımlı kılmak amacı güden,
olabilecek en şüpheli teolog marifeti….Sorumluluğun arandığı her yerde ,
cezalandırma ve hüküm verme isteğinin dürtüsü bulunur..Herhangi bir, şu ya da
bu olmak iradeye,niyetlere,sorumluluğun eylemlerine dayandırıldığında, insan
suçsuzluğunun oluşumundan soyunur: İrade öğretisi aslında ceza amacı ile icat
edilmiştir,yani suçlu bulunmayı isteme amacı ile..” (s.28) Bu irade ; din adamlarının “ kendilerine bir cezaya
çarptırma hakkı yaratma koşuluna dayanır ya da Tanrı adına bir hak yaratma
isteğine…İnsanlar yargılanabilmek, cezalandırılabilmek için “özgür sayılmışlardır” (s.28) başka bir
deyişle yaşamın tutkularına kapılanlara ceza olarak verilecek bir acının hukuki
dayanağına ihtiyaca binaen herkese “cezai ehliyet” dağıtılmıştır. Bu cezai ehliyet yada özgür irade tercihi
sadece ahlak yasaları, kanunlar vs ile
deklere edilmemiş, aynı zamanda bir inanç olarak bireyin kendi tercihlerinin
bir sonucu olarak başına gelenleri hak ettiği yada edeceği inancı ile de pekiştirilmiştir.
“ İster bedensel ister ruhsal olsun,her büyük acı bize neyi hak ettiğimizi
söyler, çünkü onu hak etmeseydik başımıza gelmezdi.” (s.27)
İşte bu yüzden “ Şimdiye dek insanlığı
ahlaklı yapmak için başvurulun her çare,
bütünüyle ahlak dışıydı.” (s.46)
Yorumlar
Yorum Gönder