BİR ÖMÜR HAYAL KIRIKLIĞI





“Haziranda Ölmek Zor”muş hakikaten…Ölmek .. belki  bir çare belki de bir kurtuluş.Kalmanın azabı daha karanlık.  Hele hele ölenlerin ardından bakakalmak..en zoru da bu olsa gerek.

Hava sıcak mı sıcak,yollar  yine her zaman ki İstanbul işte. Kalabalık mı kalabalık. Yüzler asık, gözler de ateş sönmüş, küllenmiş . Belki biraz kızgın,  belki de daha çok kırgın ama en çok da üzgün ve mutsuz. Devlet ise hep aynı;  dediğim dedik. Mekanik bir soğuklukta işliyor bütün dişlileri. Öğütüyor hiç yüksünmeden hayatları..Abdullah Cömertleri,  Ethem Sarısülükleri, Ali İhsan Korkmazları, Mehmet Ayvalıtaşları  ve daha nicelerini.. Gazeteler soğuk bir karanlık gibi örtüyor köklerinden sökülen hayatların üzerini.  Ağaçlarla birlikte kuşlar da ölüyor paranın beton mabetlerinin gölgesinde. Köşedeki kasabın ışığı sönüyor, dolabında çengellerden mora çalmış soğuk bir ölüm asılıyor artık, bakkal amcanın veresiye defteri kapanıyor  bütün mahallenin üzerine.  Ve şimdi artık her şey veresiye,üstelik Bonus’u var  Vadaa’sı var, var oğlu var yani. Cırt diye çekiyorsun, önünde kocaman ışıltılı bir dünya, yalan dünya, üstelik hepsi bir arada kasabı, bakkalı,manavı,lokantası.. Cırt diye çekiyorsun kasvetli, karanlık, ağır tabut kabağına bir çivi daha çakıyorsun.Üstelik çiplisi de var..Alternatif çok yani..Çalışıyorsun ama yine de korkuyorsun.İçgüdülerin bir terslik var diyor bu işte. Tüketiyorsun ama yine mutlu olamıyorsun. Sürekli bir tükeniyormuş hissi yaşıyorsun. Bağırıyorsun. Kulaklar sağır. Çoğalıyorsun. Gözler kör. Görmüyor seni. Çıkıyorsun sokağa dolu dolu bir nefes alayım diyorsun nafile. Haşerat muamelesi görüyorsun. Kurtlar sofrasında  parça parça koparılırken bütün benliğin, kemirilirken ufak ufak bütün hayatın; “olmaz!” diyorsun. Eşkıya oluveriyorsun.  Daha sofra başında kuru ekmek,zeytin  ile müesses bir aile lobisi bile kuramamışken “faiz lobisi” oluyorsun.Sonra da peşinden “kaos lobisi”. Oysa hayatın kaos içinde,  adına geçim sıkıntısı denilen gailenin merkezinden kopamıyorsun . Bir lokma ekmeği, bir avuç zeytini, bir parça peyniri velhasıl hayatı paylaşamayanlar, sen paylaşmak istediğinde arsızlığın zırhını kuşanarak  “yedirmeyiz” lerle karşı karşıya kalıyorsun. Öfkeyle susuyorsun,dilin bu öfkeyi ifade edecek kelimelerin ağırlığını taşıyamıyor, öfkene dişlerinin gıcırtılarıyla tercüman oluyorsun. Hayatını,rızkını, ekmeğini   senden çalanlar,  senden çaldıklarını lütfedip  gıdım gıdım, kömür,makarna olarak kapına yığdıkların da isyan ediyorsun, sokağa vuruyorsun kendini.  İnsan benliğini mağduriyet yaratarak yaralayan, sonra da kapılarından bacalarından kömür torbaları ve makarna poşetleri ile sokulup , yaralı ruhlara bir yılan soğukluğunda sızmaya alışkın olanlar, senin kendiliğinden  isyanını anlamak istemiyorlar, bir kez daha daralıyorsun.
Yaşıyorsun. Ama bir ömür hayal kırıklığıyla.  Kaçıyorsun. Vuruyorsun  kendini dağlara yaylalara. Hemhal oluyorsun kayalarla, kuşlarla, börtü böceklerle. Dilin,  ağız yuvasında bir kez olsun değmeden dişlerine,  ses tellerin bir kez olsun titreşmeden, sessiz harflerle dertleşiyorsun. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyorsun. Sessizce dinliyorlar seni, tarafgirliğin borazanını çalmadan bir kez olsun.Meyve ağaçlarının yemişlerine, sebzelerin çiçeklerine bakıp, doğanın  döngüsüne kaptırıyorsun kendini. İnadına hayat derken doğa, insanlık ölüm hasat ediyor sokakların kuytuluklarında. Dönüyorsun sokaklara, yine gaz,yine ölüm..Bu kez sığınıyorsun kitaplara.

Merhaba Nazım, merhaba  Hasan Hüseyin Korkmazgil, merhaba Sebahattin Ali, merhaba dünya.

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA