Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dönüşüm /FRANZ KAFKA

Resim
Bir   şehir düşünün ,yaklaşık on beş milyonluk. Yoksa on üç müydü bilmiyorum. Çok da önemli değil on üç yada on beş olmasının. Aralarında sadece istatistiki bir fark var bu kalabalıkların. İstatistiğin dışında kalan her şey bu kalabalıklarda türdeş. Üç aşağı beş yukarı hemen hemen hepsi aynı günahların korkusunu yaşıyor;   bu şehir denilen kalabalık nefes alınamaz kuyuda. Hemen hepsinin yüzünde; evde,okulda,arabada,vapurda,otobüste,işte aynı usanç,aynı asabi bir “seni her an boğazlayabilirim” bakışı, batsa da bu dünya kurtulsak bıkkınlığı ,erkeklerin yüzünde “anam beni keşke kız doğursaydı da evde otursaydım” seçeneksizliği, kadınlarda “herif herif olsaydı da bende evde zeytinyağlı papatya pişirseydim” isyanı,   velhasıl bu şehri ; hatta iki ana karayı birbirinden koparan boğazın suları kadar derin soğuk ve karanlık bir mutsuzluk, tutsaklık duygusu.  Günahı vebali Freud’un olsun. İnsan, anne karnında ki gibi huzurlu bir kıvrımla yatarken sıcacık yatağında,acı ve karmaşadan uz

Veba / ALBERT CAMUS

Resim
Asil insanlar ve en az onlar kadar asil duyguların olduğu bir zaman dilimi vardı bir zamanlar. O asil insanlarla birlikte,asil duyguların,değerlerinde  toprağa karışıp bir daha çıkmamacasına yok olduklarına şahit oldu bu yaşlı ve yorgun arz yuvarlağı. Ne kadar da çoktular,ne kadar da çocuktular,karanlıkları bir çırpıda yırtarak atar,iyiliğin sesi olurlardı.Sonra tükendiler, tüketildiler;önce gazetelerden,radyolardan ve televizyonlardan silindiler sonra da kalplerimizden gönüllerimizden  ve hafızalarımızdan. Dünyamızın vicdanıydı onlar,her acının,her yoksulluğun,her yolsuzluğun,her mutsuzluğun,her kötülüğün,her namertliğin,her cinayetin,her caninin izini sürerdi onlar; kendi mutsuzlukları pahasına. Onlar  tek başına yaşayacakları mutlulukların peşinde koşmamışlardı hiçbir zaman.,   “Herkesin ortak iyiliğinin tek tek her kişinin mutluluğuyla olacağına” (sf:92), “tek başına mutlu olmakta her zaman utanılacak  bir yan olduğuna” (sf:208) inanmışlardı. Ve en önemlisi de “Tanrısız bir azi

Sürgün ve Krallık / ALBERT CAMUS

Resim
kocasını aldatan kadın dönme ya da kafası karışığın biri dilsizler jonas veya sanatçı iş başında konuk büyüyen taş adlı 6 tane hikayeden oluşan Albert Camus öykü kitabı. Öteden beri,bu ölçüsüz ülkenin kemiğine dek kazınmış, koro toprağı üzerinde ,kimi insanlar durmamacasına yol almaktaydı,hiçbir şeyleri yoktu,ama kimseye hizmet etmiyorlardı,tuhaf bir krallığın yoksun ve özgün beyleriydiler. Ama kim yalnız uyuyabilir? Yalnız birkaç adam yapar bunu,iççağrının yada mutsuzluğun ötekilerden kopardığı ve artık her gece ölümle aynı yatakta yatan adamlar.( kocasını aldatan kadın) Selam, efendiydi,tek efendiydi,tartışılmaz niteliği kötülüktü,iyi efendi yoktur.( dönme ya da kafası karışığın biri) Biraz sevgi,çok büyük bir şey.Nasıl elde edildiğinin ne önemi var. (jonas veya sanatçı iş başında) Not: Albert Camus okumaya niyetlenenlerin, bu kitabı en sona saklamalarının, Camus okumalarının devamlılığı açısından önemli buluyorum.

Anayurt Oteli /YUSUF ATILGAN - EKEN OTEL ve MAHİR

Resim
Sebebi ne olursa olsun ,Antalya’ya gidenlerin uğramadan geçmediği semtlerin  başında herhalde Kaleiçi semti gelir. Tarihi oldukça eskilere dayanan bu semt Eski Antalya’nın merkezidir. Eskiden, etrafı denizden ve karadan surlarla çevrili olan bu semtte, surların büyük bir bölümünü görmek artık imkansızdır. Ağızlara pelesenk edilen sürdürülebilirlik kavramı pek çok yerde olduğu gibi burada da yerel yöneticilerin ağzında sadece nutuklarını süsleyen cafcaflı  bir kelime olmanın ötesine geçememiş maalesef. Dar sokakları,omuz omuza sokağın her iki cephesine  dizilmiş,genellikle yığma taştan yapılı cumbalı evleri  ile oldukça otantik sayılabilecek bir semt. Ama adına restorasyon denilen iş burada her zaman olduğu gibi yine yanlış anlaşılmış olacak ki, yenilenen tarihi ev ve konakların büyük bir çoğunluğu orjinaline sadık kalmadan daha çok ticari kaygılar ön plana alınarak yenilenmeye çalışılmış. Yenilenen binaların büyük bir çoğunluğu orijinal çehresinden oldukça uzak.Bir çeşit  yeni yüzler

Mutlu Ölüm / ALBERT CAMUS

Resim
“Dünyanın ruhu insanların mutluluğu ile beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla.” der Simyacı’da Paulo Coelho. Mutluluk her ne kadar bireysel bir ruh hali olarak bilinirse de; aslında toplumsal bir dayanağı yok ise birey açısından sadece geçici, halüsinatif bir yanılsama olarak yaşanıp kendini hızlı bir şekilde tüketir. Dolayısı ile mutluluk bireysel değil toplumsaldır, tekil değil çoğuldur. Bireysel yaşanılan tekil mutluluklar birer tüketim nesnesiymişçesine hızlı bir şekilde tüketilip,tüketilecek yeni mutluluklara ihtiyaç duyar. Bu durumun birey üzerindeki en önemli sonucu “kaçıştır.” Bu kaçış; her ne kadar toplumdan,yaşanılan şehirden,ülkeden,arkadaştan,aileden kaçış şeklinde tezahür etse de aslında gerçekte kendinden kaçışı ifade eder. Toplum içerisinde ortak değerler ve ortak yaşamlar üzerine uyum sağlamayı beceremeyen bireyin tepkisidir kaçış. Problemi,toplumsal hastalığı yada sorunu, toplumu oluşturan diğer bünyeler ile uyumlu bir tonda resmedemeyen bireyin zayıflığıdır kaçış. Bir

BİR AYRILIK, BİR ÖLÜM BİR DE KADIN...

Resim
Göz uçlarından çıkan ılık su,  yanaklarını yalayarak yastığa doğru düştüğünde yine yalnızdı. Otel odasının kasvetli soğuk odasında ılık gözyaşı, yüreğine oturan soğuk , kasvetli ağırlığı atmada hiçbir yardımı olmamıştı.Yüreğine oturan donmuş yalnızlık,  ılık gözyaşının sıcaklığında bir nebze olsun bile çözülmemiş, aynı katılıkta hükmüne devam etmeyi yeğlemişti.Kendini bildi bileli hep yalnız hissetmişti. Yalnızlığı seviyor muydu? Belki.. O kalabalıklar içinde çok olmayı, çoğalmayı değil, kalabalıklardan süzülüp bir olmayı, birleşmeyi “ben” olmayı  daha çok arzuluyor gibiydi. İlk bakışta bencilce görünen “ben” olma halini hiçbir zaman becerememişti. Kalabalıklar içinden “ben”i hiçbir zaman çıkarıp, kalabalığın kaosundan kurtaramamıştı. Tam kalabalığın kuru,yoz, samimiyet içermeyen kendiliğinden gürültüsü içinden “ben”i çıkarıp bir olmanın sütliman ruh limanına demir attığını düşündüğünde “ben”in ihanetine uğrayıp aynı kalabalık girdaplara tekrar tekrar kapılıp durmuştu. Ağlıyordu!

BİR ÖMÜR HAYAL KIRIKLIĞI

Resim
“Haziranda Ölmek Zor”muş hakikaten…Ölmek .. belki  bir çare belki de bir kurtuluş.Kalmanın azabı daha karanlık.  Hele hele ölenlerin ardından bakakalmak..en zoru da bu olsa gerek. Hava sıcak mı sıcak,yollar  yine her zaman ki İstanbul işte. Kalabalık mı kalabalık. Yüzler asık, gözler de ateş sönmüş, küllenmiş . Belki biraz kızgın,  belki de daha çok kırgın ama en çok da üzgün ve mutsuz. Devlet ise hep aynı;  dediğim dedik. Mekanik bir soğuklukta işliyor bütün dişlileri. Öğütüyor hiç yüksünmeden hayatları..Abdullah Cömertleri,  Ethem Sarısülükleri, Ali İhsan Korkmazları, Mehmet Ayvalıtaşları  ve daha nicelerini.. Gazeteler soğuk bir karanlık gibi örtüyor köklerinden sökülen hayatların üzerini.  Ağaçlarla birlikte kuşlar da ölüyor paranın beton mabetlerinin gölgesinde. Köşedeki kasabın ışığı sönüyor, dolabında çengellerden mora çalmış soğuk bir ölüm asılıyor artık, bakkal amcanın veresiye defteri kapanıyor  bütün mahallenin üzerine.  Ve şimdi artık her şey veresiye,üsteli

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA

Resim
Hikayeyi  farklı anlatılarda olsa da hepimiz biliriz. Ülkesinde halkı  ile mutlu yaşayan bir kral, yeni yapılan çeşmeden su içen halkının delirdiğini fark eder. Uyarıları karşısında halkı onu deli olmakla itham eder. Kral sonunda çeşmeden su içmeyen tek kendisinin kaldığını görerek, onca delinin arasında  kimse ile anlaşamaz, krallığını yönetemez hale gelir. Delilerin ülkesinde ben akıllıyım diyerek ülkesini yönetemeyeceğini anlayan kral fikirlerinden,hislerinden vazgeçerek, onlar için savaşmayarak çeşmeden kana kana su içer ve deliler ülkesinin “normalleri” arasına katılır. Tuhaf bir adamdır Kafka.  Aslında tuhaf olan biziz. Aynı çeşmenin suyunu içip toptan delirdiğimiz için içmeyen herkesi tuhaflıkla ithaf ederiz. İlle de onun da o malum çeşmenin suyunu içip aramıza katılmasını isteriz. Aslında Kafka o malum çeşmenin suyunu içmemek için inatla savaşan, hırpalanan, yaralanan, yaralarını onamasını bilmeyen, belki de onamak istemeyen, kendi içine akan ete kemiğe bürünmüş bir

Zorla Ahlaksız Olduk-2 / HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

Resim
1894-1944 yılları arasında yaşamış olan Hüseyin Rahmi, siyasi manada bir imparatorluğun yıkılış sürecine tanık olmanın yanında yeni bir medeniyetin doğuşuna, kültürel olarak da bir medeniyet dairesinden diğerine geçişin yarattığı zihin karışıklıklarına da şahit olmuştur. Hüseyin Rahmi her ne kadar bu süreç içerisinde yeni bir medeniyet oluşumuna katılıp sürecin içerisine dahil olsa da, sürecin  devamına ilişkin öngörülerinde sürekli bir kafa karışıklığı, bir netlik problemi görülür. Eskinin yıkılması konusunda  tereddüdü olamayan Hüseyin Rahmi, yeninin ne olması gerektiği  ve hangi değerleri ihtiva etmesi gerektiği konusunda ki fikirlerinin net ve açık olmadığı görülür. Hüseyin Rahmi; iktisat,siyaset ve din alanında net olmasa da köklü değişiklikler önerirken bile bazen fikri düzeyde olmasa da fiili düzeyde  kendi önerilerinin gerisine düştüğü görülür. Bir yandan köklü reformların gerçekleştirilmesi gerektiğinin savunurken bir yandan da döneminin  savunduğu radikal değişikliklerin taşı

Modern Türkiye'nin Oluşumu / FEROZ AHMAD

Resim
Kitap, özellikle Osmanlı döneminden günümüze Türk tarihinde , siyasi ve toplumsal hayatında ordunun önemin kesintisiz bir süreklilik taşıdığı kestirimi üzerine, Osmanlı’dan günümüze kadar geçen zamanda toplumsal ve siyasal  yaşamın “asker” eksenli bir hat üzerinde şekillendiği  gerçeğini oldukça yalın ve çarpıcı bir şekilde  özetliyor. Türk Beyliklerinin oluşturduğu ve Osmanlı Beyliğinin eşitler arasında birinci olduğu bir kabileler federasyonu şeklinde örgütlenen Osmanlı İmparatorluğu,ilk yıllarında kabileler arasındaki siyasi ve askeri rekabetten üstün olarak çıkmak ve diğer kabilelere askeri bağımlılığını azaltmak,diğer kabile şeflerinin gücünü dengelemek için geliştirdiği devşirme sistemi sayesinde askeri bağımsızlığını elde ederek eşitler arasından güçlü bir şekilde sivrilir. Asker (yeniçeri) ve yönetici olarak eğitilen Hristiyan devşirmeler Osmanlı’yı uzun süre hem Türk kabileler arasında ki çatışmalardan uzak tutacak denge unsuru olarak varlıklarını sürdürürken hem de ask

Tesadüf/Şeytan İşi / HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

Resim
Tipik Hüseyin Rahmi romanlarından bir başkası  “Tesadüf /Şeytan İşi”. Yayınevi iki ayrı romanı tek kitapta toplamayı tercih etmiş. “Tesadüf”  konu ve kurgu itibari ile yazarın daha önce paylaştığım romanları ile aynı istikamette yazılmış. Konaklarda yaşayan varlıklı ailelerin evli mahdumlarının,değişmeye yüz tutmuş sosyal yaşamın etkilerine kendilerini kaptırıp,aile dışında geçici hazlar yaşama hevesi ile kendilerini kaptırdıkları uçurumun girdabına aile efradı ile birlikte kapılmalarını ve bu süreçte yaşanan ahlaki çözülmeleri,bu çözülmenin batağında servet avcılarının türlü oyunlarına kapılıp giden biçare  mahdumların  hikayesi vardır bu romanlarda genellikle. “Tesadüf”;   İstanbul’un varlıklı bir ailesinin, dillere destan  güzelliği olmasa da “yanaklarına gölge salan iri siyah gözleri”nden, yumuşaklık,incelik,acıma ve şefkat akan yüzü  ile evlilik saadeti için bir kadında varlığı gerekli bütün şartlara haiz Saibe’nin, yine varlıklı bir ailenin mahdumu olan Mail ile evlenmesi  üze

Neden Parça Tesirli Kitap

Resim
İktidarlar kitaptan niye korkar? Çünkü kitaplar sayfaları arasında özgürlüğü,kardeşliği,eşitliği ve daha düzel bir dünyayı saklar da ondan.Sayfaları arasında gezinirken eskimiş,küflenmiş kağıt kokusu arasından sızan mutlu bir gelecek kokusunu alır okuyucu da ondan. İktidarlar herkesin mutlu olduğu bir toplum istemezler. Çünkü bilirler ki kendi bencil mutlulukları büyük kalabalıkların mutsuz olmasına bağlıdır.  Onun için hep düşmandırlar kitaplara……onun için Hitler’in SS’leri adına “Kristal Gece” dedikleri kitap yakma törenlerine kutsal bir ayinmiş gibi katılırlardı.Ne yazık ki kitapları yaktıktan sonra insanları yakmaya başladılar. Onun için Kenan Evren döneminde 133.000 kitap yakıldı. Televizyonlarda teşhir sehpalarına tabanca,tüfek,el bombalarının yanına kitaplar,dergiler eklemeyi ihmal etmediler.Bu ülke de insanlar bedenlerini,  kışın sobalarında odun yerine kitap yakarak ısıttılar. Onun için cezaevlerine tıktıkları binlerce insanı kitaplardan mahrum etmek için

Siyah Deri Beyaz Maskeler / FRANTZ FANON

Resim
  Frantz Fanon; kölelilk,sömürgecilik süresince ezilen, sömürülen,ötekileştirilen insanların psikolojisini ve yabancılaşmasını ele alıyor bu kitapta.Kitap, her ne kadar kolonizasyon süreci boyunca siyah insanın beyaz insan karşısında yaşadığı nevrotik süreç üzerine kurulsa da günümüze de büyük oranda ışık tutmakta. Özellikle kültürel çeşitliliğin günbegün yok olduğu, yerel ve ulusal kültürlerin hegomonik kültürel baskılar karşısında eriyip yok edildiği günümüzde, bu sürecin psikolojik boyutu hakkında oldukça önemli bilgiler de veriyor. Özellikle ulus devletin inşası aşamasında oluşturulmaya çalışılan tekçi ulus anlayışı sürecinde asimile eden-asimilasyona uğrayan tarafların psikolojik arka planı hakkında oldukça kapsamlı bilgilerde sunuyor. Fanon’a göre konuşmak “bir kültürü özümlemek,bir medeniyetin yükünü dilinin ucuna taşıyabilmek demektir. …Bir dile hakim olan,sonuç olarak,o dille ifade ve ima edilen dünyaya hakim olmak demektir.Çünkü dil “Ete saplanmış tanrı