Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeryüzünün Lanetlileri / FRANTZ FANON

Resim
Kesinlikle ikinci, üçüncü sefer okumayı hak edecek ölçekte bir kitap olduğunu söyleyerek başlayayım. Yazar,   bir başka eseri olan “Siyah Deri Beyaz Maskeler” adlı kitabında sömürgecinin sömürge insanı üzerinde yarattığı ruhsal – kültürel tahribatı anlatırken, “Yeryüzünün Lanetlileri”nde  ise tek tek sömürge insanının ve  total olarak sömürge toplumunun sömürgecinin lanetinden kurtuluşunun reçetesini verir.  Fanon,  sömürgenin kurtuluş  reçetesinin başındaki ilacı ilan eder; Şiddet.  Adını ne koyarsanız koyun, sömürgesizleştirme her zaman şiddet içeren bir olgu olup, süreç  şiddetle at başı gider. Bu mücadele ne sihirli bir değneğin dokunuşu ile, ne bir doğal afetin sonucunda, ne sömürgecinin insafı ile ne de diploması yolu ile centilmenlik anlaşmaları ile gerçekleştirilemez.   Çünkü sömürgesizleştirme mutlak bir kargaşa, kaos, düzensizlik  içeren bir programsızlık üzerinden kendini düzenler. Sömürgeci ile sömürgenin ilk karşılaşmaları şiddet ortamında oldu ve bu birliktelik he

Satranç / STEFAN ZWEİG

Resim
Kaderinizi belirleyecek hamleyi başlatacak el,  sizin eliniz olmadıktan sonra, ne olursanız olun sonuçta o altmış dört birim karelik evren üzerinde hepiniz her daim “elverişli kullanılacaklar” listesinin ilk akla geleni, ilk gözden çıkarılacak olanı olan piyonsunuzdur. Onun için böbürlenmeyin; ne oldum değil, ne olacağım deyin. Bir bakmışınız şah iken şahbaza, vezir iken rezile, aşılması imkânsız duvarları ile kale iken sıradan bir taş yığınına dönüşürsünüz. Şah gücünü, varlığını korumak için her ne pahasına olsun maiyetini feda edebilme acımasızlığından alır; sermayesi acımasızlıktır. Oysa altmış dört birim karelik evren tahtası üzerindeki habitatın en güçlü görünen zayıfıdır. Yapabildiği tek şey uğruna feda ettiklerinin arkasından bir damla bile olsun gözyaşı heba etmeden, kendilerini onun için feda edenlerin yüce gönüllülüğünün atmosferini teneffüs edip öne çıkma kahramanlığına kalkışmadan, her daim arkasına saklanabileceği bir kahraman bulmak,  o da olmuyorsa acınası bir k

Maddenin Üç Hali; Bireyci, İslamcı, Toplumcu...

Resim
Hep suçlanırdık; maddecilikle, dünyevi olana düşkünlükle ve ilginçtir aynı zamanda servet düşmanlığı ile. Bugün de suçlanıyoruz aynı şeylerle ama bir farkla. Bugün bizi suçlayanlar sadece dillerine vurmuş bir maneviyatçılıkla batmış oldukları maddeciliğin çukurlarından dillendiriyorlar bu suçlamaları. Utanmadan ve haya etmeden. Materyalizmi kaba bir maddeciliğe, Komünizmi sadece kaba bir dinsizliğe, Aleviliği “mum söndüye”  , Kürtlüğü karda adımlanan “kart kurta ”, kadını “bacı”ya, namusu “bacağa”   indirgeyen bu kafa  “Materyalizme, Komünizme, Faşizme, Kapitalizme, Siyonizme ve her türlü Emperyalizme” karşıyız diye kafa kafaya verip hep bir ağızdan çemkirdiklerinde, kendi kendime; -“Allah!  Allah! Bu işte bir yanlışlık olmalı. Her şeye de karşılar bu adamlar, nasıl oluyor bu iş” diye düşünür, - “İnançsız bunlar yahu, hiçbir şeye de inanmıyorlar baksana” derdim. Aradan epey bir zaman sonra aslında bütün bu yeminlerin aslında bir “cambaza bak” oyunu olduğunu, oyunun kapit

Yazı Yazma Helaya.......

Resim
Şimdikileri bilmem ama eskilerde,  ergenler  edebiyata  ve yazarlığa ilk adımı,  elden ele dolaşan  hatıra defterleri ile atarlardı. Hemen hemen herkes kendine ayrılan sayfayı kalp kadar temiz ve masum bulur, edebi hayatının ilk teşbihini bu temiz sayfalara  “bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayırdığın için” diye devam eden cümleyi  ile not ederek başlar, sonrasında kenarlarına kara kalem desenler , kuru gül, yaprak vs den yapılmış süslemelerin  eşlik ettiği maniler ve akrostişler ile tamamlardı. O dönemler masumiyet çağıydı ve sadece hatıra defterlerinin sayfaları değil o gencecik insanların kalpleri de utangaç bir masumiyet ve temizlik ile müşahhastı. Mahreme önem verilir, duyguların öyle uluorta teşhir edilmesine izin verilmez, ağızlara düşmesinden özenle kaçınılır  ve bunun için olsa gerek genellikle kilitlenebilen, küçük asma kilitler ile sayfaların kilitlenebildiği hatıra defterleri tercih edilirdi. Artık bu defterlerin yerini  Facebook , İnstagram, WhatsUp gibi hızlı ama

Hayat! Alacağın Olsun..

Resim
Derin bir of çekti..İçine oturmuş, bütün ağırlığı ile ruhunun çeperlerine işleyip katılaşmış yoğun sıkıntıyı,derin bir soluğun ardından hızla sökmek, ondan sonsuza dek kurtulmak, hayatının bütün ifrazatını bir seferde ruhunun dehlizlerinden söküp dışarı atmak istiyordu.Ama nafile…yılların birikimini,kirini,üst üste birikip katılaşmış pıhtısını ,prizini almış bir beton gibi sertleşmiş,donmuş sıkıntılarını atmosferin boşluğuna bırakmayı becermek bir yana, ancak sıcak, nemli ve tozlu havanın boğazının hemen girişinde biriktirdiği, nemli toz ile karışık kekremsi sarı renkli elastik bir balgamı atmayı becerebilmişti.Balgamı hızlı bir şekilde tükürüp arkasından sağlam bir küfürü  de yolladıktan sonra,kaldırım taşına yayılarak yapışmış iğrenç balgamı görünce sıkıntılarından yorgun düşmüş midesi patlamaya hazır bir volkan gibi kabarıp kaynamaya,kraterin ağzına doğru yol almaya başlayınca,ağzında hissettiği ekşimsi tat onu kendine getirmiş; derin bir nefes alarak ayaklanmış midesini olduğu gi

Yaşam Savaşı --- Aden,Arabistan / PAUL NİZAN

Resim
Yaşam… Ömür denilen o kısacık zaman dilimi zarfında kendisinin varlığını devam ettirme pahasına başka yaşamları öğütmek,ezmek ve çiğneyip sindirmek; başka yaşamların enerjisini çalmaktır.Bu yanı ile yaşam,  ömür boyunca kendi esenliği için biteviye çalmak,yok etmek,talan etmektir.Ömür boyunca yapılan bu talanın adına “yaşam savaşı” denilince savaş ganimeti başka yaşamların eksilmesi üzerine kurulur. Savaşlar ortaklıklar,ittifaklar gerektirir; yandaşlara,taraftarlara, çıkar gruplarına, aynı amaç etrafında kenetlenmiş topluluklara ihtiyaç duyar. Bu geçici ancak her daim yenilenen ittifaklar içerisinde devam ede duran yaşam savaşı, bazen çatışmalar,sinir bozucu sessiz gerginlikler ile süre giderken;  bazen de uzun sahte barış dönemleri, gelecek çarpışmalara alttan alta hazırlık dönemleri ile her daim tetik parmakta, yaydan boşalmaya hazır bir ok gibi gergin ve ileri atılmaya hazır devam etmektedir. Ancak yaşam  her daim bir savaş olarak tasarlanıp bu çizgide süre giderse; her savaşın ka

Sınıflar,Karneler ve Çocuklar...

Resim
Sıcak geçeceği her halinden belli bir günün hemen öğlen öncesi; saat on buçuk civarı. Okul bahçesi sağa sola koşturan, bağıran,çağıran,hoplayan,zıplayan, kantin önünde “kamu spotlarında” zararları üzerine bir dünya söylev çekilen zararlı yiyecek,içecek kuyruğunda sabırsızca birbirini itekleyen,normalde çocuk arsızlığının bütün tatlılığıyla birlikte bitmek  tükenmek bilmeyen isteklerinin   ebeveynlerde yarattığı bunaltı, mızmız etek çekiştirmelere, ağlayıp sızlamalara etrafa rezil olmanın, görmemişlik damgası yemenin huzursuz sinirliliği ile silkelenen çocuk görüntülerini görmeye alışık gözlerime  rağmen, bugün  özel günün yüzü suyu hürmetine olsa gerek bir dediği iki edilmeyen, sinirle silkelenmeyen çocukların  rengarenk şekerlerle,türlü türlü doritoslarla,krakerlerle ve çikolatalarla dolu elleri sıcak havanın katılığında mutluluk resimleri çiziyor. Anneler; her biri önemli bir karar öncesi kulis yapan usta siyasetçiler misali, yandaşlarını,aynı karede yan yana görünmekten mutl

Don Rigeborto'nun Not Defterleri / MARİO VARGAS LLOSA

Resim
Aydınlanma düşüncesinin kök salıp yeşerdiği  Avrupa ‘da insanın daha doğrusu bir bütün olarak insanlığın yeri nedir? Aydınlanma düşüncesinin temel itkisi, insanlığın ortak geleceğine dönük bir başkaldırı mıdır yoksa bu hümanizma insanlığın tamamını kapsamayan, çerçevesi oldukça dar bir coğrafi ve toplumsal alanda yaşam süren;  buyurgan, ekonomik ve siyasal olarak güçlü, zamanın  bütün çağdaş teknik ve bilimsel literatürüne hakim, elit bir toplumsal yapının statükolarının devamı ve yeniden üretilmesi noktasında icat ettikleri bir kamuflaj malzemesi midir? Belki çok keskin Ortodoks Marksist bir yorum olacak ama, Aydınlanma düşüncesinin temelinde, Aydınlanmanın başlangıç noktasında insanı değil;  insan icadı bir kavram ve sistem olarak ekonomiyi görürüz. Aydınlanma öncesi Hıristiyan dünyasında Tanrısal bir yetki ile ekonomik kaynakları ve gücü elinde bulunduran feodaller ve kilise; bu Tanrısal kaynaktan kilise aracılığı ile toplumsal rıza üretimini gerçekleştirirlerdi. Ancak, Yeni D

Palomino Molero'yu Kim Öldürdü / Mario Vargas Llosa

Resim
“Adalet” bir kadın ismidir; bütün kadınlar gibi ne zaman, ne şekilde, neye yaslanarak tecelli edeceğini kestirmeye çalışmak beyhude bir çabadır. “Adalet”  dişidir ve anaçtır. Onu arayan evlatları,yaşam denilen ince uzun kıvrımlı patika da,dizlerinin üzerinde emekleyerek, kir ,toz,kan ve yara bere içinde ilerlerken; örselenmiş,çintik pintik edilmiş ruhlarını huzura kavuşturacak , bereket tanrıçasının memesinden doya doya içecekleri , başlarını ılık et sıcaklığının neminin yükseldiği çatalın  birleştiği yere gömüp, adaletin huzurunun uyuşturup, pelteleştireceği vücutları  ile sahte bir huzura gömülüp uyuyacakları mutlu günleri hayal etmektedirler.  Siz bakmayın  Adalet Hanım’ın gözlerinin kapalı olduğuna;  bant çekilmiş gözlerinin altında fıldır fıldır dönen iki kara noktanın gözkapaklarının  altında kaybolduğu henüz görülmemiştir. Kız, erkek; zengin, fakir; güzel, çirkin; sarışın,kumral; siyah,beyaz; sağcı,solcu; paralel,parabol; namuslu,namussuz  olduğuna güya   bakmaksızın;  (ki g

Yaşamak ve Yaşatmak İçin Kitap

Resim
 Bir kitap okuyup hayatı değişenlerden değilim; olmak da istemem hiçbir zaman. Mümkünse eğer; tüm kitapları okuyup hayatı değiştirmek isterim. Kitap kurdu değil, kitap insanıyım; okudukça insanileşmedikten sonra okumak neye yarar ki? Kitap;  kimi için dünyanın eğik eksenine inat, onurlu ve başı dik yaşamak için geçmişten geleceğe taşınan kadim tecrübelerin gövdesinde biten her bir yaprak; kimi içinse, podyumda dik yürümek için beynin kıvrımlarına nakşedilen değil sadece kafa denilen içi boş uzvun dengesini sağlamak için alelade bir araç. Gecenin bir vakti, gökyüzü denen koyu mavi karanlık tabağa doğru bir bakın. O koyu mavi tabağa serpilmiş birer ateş böceği gibi parıldayan yıldızların tamamına yakının  aslında milyonlarca yıl önce yok olmuş,yerlerinde yeller esmekte olduğu gerçeğini  düşünün. Bizim gördüğümüzün   daha sönmeden önce, parıldayan ışığın milyonlarca ışık yılı uzaktan bize ancak ulaşabilmiş göz kırpmaları olduğunu anımsayın  . Kitaplarda öyle değil midir? Ölmüş,

Bir Bilim Adamının Romanı (Mustafa İnan) /OĞUZ ATAY

Resim
Akademi Eski Yunanca “Akademia” sözcüğünden türemiş olup, Eski Atina yakınında bir koruluğun adıdır. Eflatun'un (MÖ 429-347) bu yerde kurduğu felsefe okulu"  özel adından türetilmiştir. O gün bugündür akademi  “bilimsel kuruluş”, “yüksel okul” anlamında kullanılagelir. Eflatun’un felsefe okulunun sırtını dayadığı o koruluğun  semaya doğru bir kalem gibi uzanan gür ağaçlarının gölgesi artık,insanlığın geleceğinin şekillendirildiği,evrene ait olan her ne varsa ortaya saçılıp tek tek her biri üzerinde geleceğe ilişkin daha yaşanılabilir güzelliklerin ortaya çıkarılmasına dair estetik  ameliyatların yapıldığı bol oksijenli ,rahat, stresten uzak,keşfediyor olmanın huzurunun ve esrikliğinin doğup yayıldığı ışık oyunları ile gölgelerle  menevişlenen bir bilim vahası olmaktan çok artık kuytuluklarında  insana,yaşama ve evrene dair var olan bütün bakir güzelliklerin ırzına geçildiği bir kuytu bir kerhane-yada kârhane- haline gelmiş; akademinin olmazsa olmazları akademisyenler ise e

Diktatör,Köpekleri ve Baretler… (1)

Resim
Bildik bir  hikaye bu; hiç de yabancısı olmadığınız. Adettir ya; hep “bir varmış bir yokmuş..evvel zaman içinde..uzak çok uzak bir ülkede” diye başlar hep hikayeler. Bizim hikayemiz ise bir var olup sonra kaybolan  bir türden değil; hep var olan,  üstelik her zaman var olan,uzak bir ülkede değil; yaşadığımız,ayağımızı bastığımız,suyunu içtiğimiz  toprakta, havasını soluduğumuz gök mavisi porselen bir tabağın altındaki gök kubbede düşer satırlara,sıra sıra dizilip yaşam bulur sayfalarda. Üzerinde güneş batmayan imparatorlukların henüz çekirdek leblebi kıvamında olduğu uzun zaman önce,  hayatlarını atlarının terkisinde taşıyan;  ata binip, at gibi avratlara sahip olan, avradından önce silaha sarılan bir kavmin, Mağripten maşrığa dünyanın ucuna kadar uzanan saltanatı; attan inip sarayların harem dairelerinin ince belli gözdelerinin buğulu gözleri ile efsunlanıp,  haremin her köşesine sinmiş farklı kavimlerden dilberlerin vücutlarından yükselen aşk kokuları peşi sıra farkında olmadan