Don Rigeborto'nun Not Defterleri / MARİO VARGAS LLOSA

Aydınlanma düşüncesinin kök salıp yeşerdiği  Avrupa ‘da insanın daha doğrusu bir bütün olarak insanlığın yeri nedir? Aydınlanma düşüncesinin temel itkisi, insanlığın ortak geleceğine dönük bir başkaldırı mıdır yoksa bu hümanizma insanlığın tamamını kapsamayan, çerçevesi oldukça dar bir coğrafi ve toplumsal alanda yaşam süren;  buyurgan, ekonomik ve siyasal olarak güçlü, zamanın  bütün çağdaş teknik ve bilimsel literatürüne hakim, elit bir toplumsal yapının statükolarının devamı ve yeniden üretilmesi noktasında icat ettikleri bir kamuflaj malzemesi midir?

Belki çok keskin Ortodoks Marksist bir yorum olacak ama, Aydınlanma düşüncesinin temelinde, Aydınlanmanın başlangıç noktasında insanı değil;  insan icadı bir kavram ve sistem olarak ekonomiyi görürüz. Aydınlanma öncesi Hıristiyan dünyasında Tanrısal bir yetki ile ekonomik kaynakları ve gücü elinde bulunduran feodaller ve kilise; bu Tanrısal kaynaktan kilise aracılığı ile toplumsal rıza üretimini gerçekleştirirlerdi. Ancak, Yeni Dünya’nın keşfi, Yeni Dünya’dan akan değerli maden ticareti sonucunda oluşan merkantilist birikime uygun mali,hukuki,teknik altyapısı olmayan kilise,denizaşırı ticaretten aldığı payı korumak ve devamını sağlamak amacı ile kendini bu yeni duruma uyarlama çabası sonucunda ortaya çıkan dinde reform hareketi (Protestanlık) ile cevap verir. Bu cevap,yeni ekonomik durumun ihtiyacını karşılamaz ve Tanrı “ait olduğu yere,gökyüzüne” geri gönderilir; kilisenin ekonomik yaşam üzerindeki belirleyiciliği ve  kontrolü “laiklik” icat edilerek bertaraf edilir. 

Yeni ekonomik düzenin ihtiyaçlarına cevap verme maksadı ile ortaya çıkan sekülerizm  (laiklik), bireycilikle birlikte aydınlanma düşüncesinin her tür girişiminde temel bir yönelimdir. Daha sonra toplumsal yaşam alanlarında da kendine hızla yer bulan skülerizm, gökyüzüne gönderdiği  Hrıstiyanlığın Tanrı’sı yerine aklı, doğayı ve bireyi oturtur.Bir önceki tarihsel dönemin ekonomik realitesine göre vücut bulan toplumsal yapıya rıza üreten kilise ve tanrı, yeni ekonomik dönemde yerini akla,doğaya ve bireyin mutluluğunun temel alındığı yeni bir yeryüzü tanrısına, insana yerini bırakır. Ancak aydınlanma tanrısının ışığı sadece kendi dibine ışık verir. Aydınlanmanın aklı ve bireyi bencil ve egoisttir. Kendi mutluluğu,arzuları,hazlarını tatmin için ötekilerin;  zayıfların,yerlilerin,denizaşırı ülkelerdeki kölelerin ve hatta kendi sınırları içerisindeki alt tabakanın ezilmesi,sömürülmesi, yok edilmesi doğanın işleyişine uygun olup, doğal ayıklanmanın bir gereğidir.Ekonomik ve toplumsal yaşamdaki kontrolünü yeni sınıfa kaptıran Hrıstiyanlığın elinde sadece ötekiler kalmıştır. Hrıstiyanlık bu kez kendini ezilmişlerin (ama sadece Kıta Avrupa’sındakiler) koruyucusu ilan eder. Bu aydınlanmacıların Hristiyanlığa karşı ikinci bir cephe açmalarına yol açar.Onlara göre Hristiyanlık ezilmişlere sahip çıkarak,onların korkunç yaşamlarına dayanmalarına sağlayacak güç vererek doğal ayıklanmanın önünü kesmektedir. (M.Sade,Nietzsche)  Ancak asıl cephe aydınlanma düşüncesinin kendi içerisinden filizlenmektedir. Bu cephe, yeni ekonomik sınıfın bencil bireyine karşı, içten içe gelişen toplumsalın haklarını öne çıkaran zamanla bu düşünceyi ete kemiğe büründüren, ve günümüze kadar toplumsal yaşama yön veren bir kavganın cephesidir. ( S.Simon, C.Fourier , L.Feuerbach, R.Owen,  Proudhon, Engels,Marx) Bu cephenin adı, kolektivizm (sosyalizm)dir.

Kitaba gelirsek…Üvey anne, baba ve evin delikanlısı arasında geçen sıra dışı, cinsel yönü ağır basan ilişkileri konu alan kitap, bir sigorta şirketinde üst düzey yönetici olan evin  babası Don Rigoberto’nun  cinsel fantezilerini not ettiği, her türlü kolektivizme karşı çıkan,hazcılığın ve bireyciliğin savunusunu yapan notları üzerine bine edilmiş.Evin delikanlısı kendini  resimlerinde cinselliği işleyen ressam Egon Schiele’leyle özdeşleştirmekte ve güzeller güzeli üvey annesi ile ressamın tabloları arasında benzerlikler kurarak, üvey annesine karşı tutkularını dile getirmektedir. Don Rigeborto’da karısına aynı tutku ile bağlı olup, karısı ile farklı cinsel deneyimler üzerine fanteziler içeren notlar tutmaktadır. Notların çoğunluğunda adı geçen bu deneyimlerin çoğu toplumun kabul etmesi mümkün olmayan içeriktedir ve Don Rigeborta  bu cinsel yönelimlerini özgürce yaşayamadığı için toplumu ve toplumsal olanı hedef alır. Toplumsalı yererek, bireyselliği yücelterek; genel kabul görmeyen bireysel tercihleri  özgürlük ve yaratıcılık kisvesi altında irdeleyerek, bu tercihler karşısında bireyin  cezasızlığını tahayyül eder. Yazara göre her türlü toplumsal hareketler, kurumsal yapılar bireyin öldürüldüğü, bireysel çeşitliliklerden kaynaklı özgünlüğün tek tipleştirici sürü zihniyetinin kolektif  potasında eritildiği,aynılaştırıldığı bir komplodan ibarettir. İnsanlığı sürüye indirgeyen, özgünlükleri ve farklılıkları yok eden modelden çıkışın tek yolu; toplumsaldan uzaklaşmak ve bireyselliğe sığınmaktır.Çünkü toplumsal yapılar geleneklere bağlı,düş gücünden yoksun, resmi ideolojiye iman etmeye meyyal,geçerli ahlak kurallarına uyan bir örnekleştirilmiş insanlar yaratır. Toplumsalın, sürünün miras alınmış düşünceleri,orta malı olmuş bilgileri, moda olan değerlerinin aksine bireysellik; zengin ve kışkırtıcı ussal bir merak,kurnazlık, düşsel fanteziler, tatmin olmamış istekler,kötü düşünceler,bilinmeyeni araştırmaya ve bilineni yenilemek isteye şeytani bir iştah ve dolayısı ile gelişme vaat eder.

Bireyselliğin kışkırtıcı, bencil,egoizmi ve onun doymak bilmez arzusu ve tutkusu her şeyin üzerindedir.Önemli olan bireylerin eğitim,sağlık,barınma, çalışma hakları değil haz ve zevk alma haklarıdır. Bireyin haz ve zevk alma hakkına yönelik doyumsuz iştahını kesintisiz olarak besleyebilmesi için, haz nesnelerine ulaşmak,onları kesintisiz olarak temin etmek, buna yönelik kaynak ve lojistiğin sürekliliğini sağlamak gereklidir. Bu süreklilik gerek bedensel düzeyde gerekse ekonomik düzeyde bir düşkünlüğün toplumda sınıfsal düzeyde var olması  ile mümkündür.Bu ekonomik ve bedensel düşkünlük haz ve zevk için yaratılmışlara üzerlerinde egoist zevklerini tatmin edecek  kesintisiz kaynağın varlığını garanti eder.Bu hazcı yaklaşım ve bencillik,  bireyciliğe göre bir erdemdir. Çünkü  bu bencillik ; aydınlanma düşüncesinin tanrısı;  doğaya uygun bir durumdur. Çünkü doğa güçlülerin zayıflar üzerine fiziksel,ekonomik ve sosyal olarak hegemonya kurmasına ve onlardan faydalanmasına olanak veren doğal seleksiyonun önünü açar.

Her ne kadar kitapta toplumsalın ve kolektivizmin bireyi sürü içine dahil edip onu aynılaştırmasından şikayet edilse de asıl şikayet edilen konu, kolektivizmin ekonomik ve sosyal yaşamda bireyler arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıkları asgari düzeye indirmesi ,sınıflar  arasındaki makasın aralığını makul düzeyde tutması, haz ve bencillik peşinde koşan sadist bireyin zevk kaynaklarının tamamına yakınını oluşturan düşkünler ordusunun bereketini azaltmasıdır. Bir yandan örgütlü,kurumsal yapılara ve kolektivizme  haz nesnelerine kolayca ulaşabilecekleri düşkünler sınıfını koruyup kolladıkları, düşkünler arasında dayanışmayı inşa ettikleri   ve bu kaynakları kuruttukları için  saldırılırken  bir yandan da bu tür bireysel haz düşkünlüğünü mahkum edecek; toplumsal kuralların oluşmasına yataklık edecek ve onları mahkum edecek genel ahlaki kuralların oturup yeşermesinin önüne geçmek gerekmektedir. İşte bu yüzden Aydınlanmadan  bu yana Marquis Sade’dan ,Nietzsche’ye kadar  bireyci filozofların hemen hemen hepsi,ahlaki kurallara toplumun ilerlemesinin önünde engel oldukları için değil,bireysel egoizmlerini yargıladıkları için karşı çıkmışlar; sınıfsal yapının,efendi ile kölenin,zengin ile fakirin,üstün insan ile sıradan insanın yapay ayrımlar değil, doğanın dengesinin  tezahürünün bir sonucu olduğunu iddia ederek faşizmin altyapısını oluşturmuşlardır. Bir yandan denizaşırı ülkelerin yer altı ve yerüstü kaynaklarını hoyratça sömüren, Afrika yerlilerini köleleştirip  Yeni Dünya’da ölümüne çalıştıran ve medeniyetlerini kan gölü ve kemik yığını üzerinde inşa eden Aydınlanma Avrupası  bir yandan da ellerine aldıkları hümanizma fenerinin ışıkları ile ölülerin üzerine basarak önlerini aydınlatarak,utanmadan kara kıtalara ışık taşıdıklarını iddia etmişlerdir.


Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA