Yazı Yazma Helaya.......
Şimdikileri bilmem ama eskilerde, ergenler edebiyata
ve yazarlığa ilk adımı, elden ele
dolaşan hatıra defterleri ile atarlardı.
Hemen hemen herkes kendine ayrılan sayfayı kalp kadar temiz ve masum bulur,
edebi hayatının ilk teşbihini bu temiz sayfalara “bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayırdığın
için” diye devam eden cümleyi ile not
ederek başlar, sonrasında kenarlarına kara kalem desenler , kuru gül, yaprak vs
den yapılmış süslemelerin eşlik ettiği
maniler ve akrostişler ile tamamlardı. O dönemler masumiyet çağıydı ve sadece
hatıra defterlerinin sayfaları değil o gencecik insanların kalpleri de utangaç
bir masumiyet ve temizlik ile müşahhastı. Mahreme önem verilir, duyguların öyle
uluorta teşhir edilmesine izin verilmez, ağızlara düşmesinden özenle kaçınılır ve bunun için olsa gerek genellikle
kilitlenebilen, küçük asma kilitler ile sayfaların kilitlenebildiği hatıra
defterleri tercih edilirdi.
Artık bu defterlerin yerini
Facebook , İnstagram, WhatsUp gibi hızlı ama bir o kadar da soğuk,
duygusuz ; sıradanlıkta birbirleri ile
yarışan elektronik sayfalar aldı. Tabi aynı zamanda milyonlarca kişiye
ulaşabilinen bu sayfalar sayesinde mahremiyet
gereksiz bir teferruat, teşhir ise birincil amaç oldu. Yediğini,
içtiğini,hamileliğini,ilk sevişmesini, doğumu ve hatta ölümü bile teşhir edip
“like” eden, bütün insani hisleri “like”
(beğen) tuşuna hapseden, aldığı beğeni sayısı ile “like like” yaşayan bir
kirlenmişliğe teslim olan bu dönemin en çok kaybedeni masumiyet olmuştur
elbette.Eskinin mezuniyet balolarına eşlik etmesi için iyi aile kızlarının
yanına “Arkadaş olarak eklenen” delikanlı kavalyelerin yerini artık, klavye
delikanlılarının arkadaş olarak eklendiği sanal ortamlar aldı. Eskinin hatıra
defterlerine özene bözene, en güzel el yazı ile
utangaç bir eda ile örtülü bir şekilde
yazılmaya çalışılan duygular artık; özensizce, sadece duygularını kaybederek değil aynı
zamanda harflerini de kaybederek ; slm,nbr,tşk
gibi kısaltmalarla , aynı zamanda ilişkiler arasındaki doğal gelişim
sürecini de yok sayarak,kısaltarak direkt mevzuya giren , tüketen –tükenen bir hal aldı.
Öyle yada böyle insan hayatının her döneminde kendine bir
yer buldu; yazı ve yazarlık. Mağara
duvarlarından, kil tabletlere oradan ceylan derilerine ve kağıda, son olarak
bilgisayarlara,sanala veyahut boşluğa; yazılan yazının serüveni sonsuza kadar belki de suya yazı yazılana kadar sürecek.
İnsanoğlunun hafızasının bütün yaşananları hiç unutmamacasına kaydedip,
saklayabildiği; dilin duygularımızı , meramımızı söylenebilecek en güzel sözler
ile ifade edebilecek esnekliğe, yeteneğe sahip olduğu-olacağı ana kadar da
devam edecek yazı ve yazarlık serüveni belki de .
İyi de insanoğlu hep yazmak zorunda mıdır? Eline her kalem
alanın maksadı tarihe not düşmek olmadığına göre, neden herkes eline kalem alıp
bir şeyler karalamak için yanıp tutuşur? Hele hele tarihe not düşmek, bilimsel
bir gerçeğin yasalarını yazıya dökmek gibi akademik bir disiplin gerektiren, gerçeği
yada yasayı olduğu gibi bütün gerçekliği ile yazıya dökmek olan bu yaratıcı
olmayan eylemin dışında; insan denilen basit sayılabilecek fizik-kimya ve
matematik kurallar dahilinde işleyen organik bir makinenin, oldukça karmaşık , çetrefilli ve derin iç
dünyasının bütün aydınlık ve
karanlık yönlerine ışık tutup, bu dünyayı eksiksiz bir şekilde ve şimdiye kadar
hiç kimsenin söylemediği bir sözcük dizimi ile ifade etmek,kağıda dökmek
yaratıcılığının nasıl da sancılı bir süreci içerdiğini, bu sürecin hiç de
rahatlatıcı bir şekilde yürümediğini bildiğimiz halde neden durmadan kendimize,
kağıda kaleme ve elbette okuyucusuna
eziyet etmekten uzak durmayız?
Bir çok insan için yazma işi rahatlatıcı bir faaliyettir.
Daha doğru ifade ile bir çok insan yazarak rahatladığını, kafasının içindeki
karmaşadan bir nebze de olsa kurtulduğunu sanır. Bu insanlar için yazma işi
kösnül bir zihinsel faaliyet olarak, beynin erojen bölgelerine temas ile
sonuçlanan bir tür beyinsel mastrubasyondur. Ancak zihninizin en ücra köşelerinde
yer tutmuş sözcükleri aydınlığa çıkarmakla elde edeceğiniz hazzın anlık
tatmini,bu hazza duyulan bir bağımlılığı yaratacağından her rahatlama sonrası haz;
daha acı, daha zor yollarla elde
edebileceğiniz uzak mesafelere çekilir. Dolayısı ile sadece yazmak faaliyeti
tek başına haz veren bir durum olsaydı, yaşamı boyunca binlerce sayfa yazmış
ancak hayatta iken yazdıklarının kıymeti bilinmemiş yazarlar mutluluk
içerisinde,haz denilen ılık yatıştırıcı gevşekliğin deryasında kulaç atarlardı.
Oysa bu insanların kahir ekseriyeti
hatta tamamına yakını sadece maddi yoksunluklarla savaşmak zorunda
kalmamış, yazdıklarının karşılık bulmaması sebebi ile de manevi sıkıntılarla
savaşmak zorunda kalmışlardır. Öyleyse yazma faaliyeti ile elde edeceğimiz
rahatlama ve hazzın sürekliliği ancak bunun karşılığında elde edeceğimiz
beğenilerin sürekliliğine bağlıdır. Elde edeceğimiz her beğeni ve bunun artan
dozajı aynı zamanda artan bir kişisel özgüvene tekabül edeceğinden, artık yazma
faaliyeti her seferinde azalan oranda
sancılı bir yazma sürecini beraberinde getirecektir. Bu ise edebi yaratıcılığın
tabutuna çakılan yeni bir çivi olacaktır.
Yazarın kalemi anca sıra dışılığın yollarından geçtikçe,
yolu yeni ve heyecan verici satırlara,
yeni paragraflara çıkar. Sıradanlık yolu üzerinde hareket eden yazarın kalemi
her zaman bildik satırlara; heyecansız,hareketsiz,bereketsiz satırlara doğru yol alır. İyi bir yazarın; sadece, sıradan bir varlık olarak sıra dışı iç dünyasının karmaşasını ustalıkla kontrol edebiliyor olması yetmez;
bunun yanında bu sıra dışı ruhsal karmaşayı hakkı ile ifade edebilecek bir sözcük tektoniğine de kaleminin yatkın olması
gerekir.
“Hadi buyur buradan yak; sözcüklerin de tektoniği olur
muymuş? ” dediğinizi duyar gibiyim.
Elbette ve bal gibi de olur. Kelime manası “mimari yapı” olan tektoniğin eski
Yunancada ki karşılığı “inşaat”tır. Yazar sıra dışı iç dünyasının gelgitlerini ve kendi yada başkalarının yaşamlarının içine
yansıttığı zenginliği, karmaşayı,güzelliği,acımasızlığı vs sözcük sözcük
kodlayıp attığı zihnin derinliklerinden yerinde,sırasına ve tekniğine uygun bir
şekilde çıkarıp inşa ettiği mimari
yapının “inşaat kalfasıdır” aynı zamanda. Bazen kendini “usta” sanan
“çırakların” inşa ettiği şakülü kayıp mimarı yapıların konumuzla ilgisi yok.
Ya ilham? Bu tektonik sürecin ilhamla hiç mi aşna fişnesi yoktur? Bence hiç yoktur. Madem tektonikten
bahsediyoruz onunla açıklamaya çalışalım. Tektonik ile bizim kahir
ekseriyetimizin tanışması yaşadığımız korkunç depremler sayesinde olmuştur.Her
deprem sonrası cam ekranda boy göstermek
için sabırsızlanan deprem bilimcilerin ağzından duyduğumuz “levha tektoniği,tektonik hareketler” gibi
kelamlardan hafızamızın süzgecine takılan yegane kırıntıdır; tektonik. “Levha
tektoniğinin” ne zaman depremle sonuçlanacağının kestirilemeyeceği gibi ,
“sözcüklerin tektoniğinin” de ne zaman ilham olup bir eserle sonuçlanacağını
kestirmek imkansızdır. Ancak levha tektoniğinin aktif olduğu bir kuşak üzerinde
yaşıyorsanız; belki depremin ne zaman
olacağını kestiremezsiniz ama olduğunda ona karşı hazırlıksız yakalanmasınız.
Eğer bir yazar olarak sözcüklerin tektoniğinden haberdar iseniz, bu hareketin
enerji biriktirdiğini ve bu enerjinin kestiremeyeceğiniz bir zamanda enerjisini
“ilham” olarak boşaltacağını bilir; buna hazırlıklı olursanız, tıpki depremleri kaydeden sismografın kalemi gibi en ufak bir sarsıntıyı
atlamadan kaleminiz kendiliğinden kağıt üzerinde kayarak işler.
Dünyamızın mimarı; dağları, ovaları, denizleri, gölleri
velhasıl dünyamızın çehresini oluşturan-inşa eden , kuşkusuz dünyanın merkezinde bulunan sıvı
ateş topu üzerinde tavada eriyen bir tereyağı gibi sağa sola kayan, durmadan
hareket eden tektonik levhalardır. Bu levhalar deprem olup sarsılarak, bazen iç
geçirerek, bazen de yanardağ olup kusarak içlerini boşaltırlar.
Yazın dünyasının mimarı da, kuşkusuz sıra dışı yaşamların,
yanan kalplerin,bunalmış vicdanların, vicdansızlıkların, kafası çatlayacak
kadar dolu olanların yani insanın, kafatası sütürlarını zorlayan,
kalplerini bir mengenedeymişçesine sıkıştıran basınçtan kurtaran, rahatlatan,
sözcük tektoniğidir.Biz de bu rahatlama işi sadece hela yolu ile
gerçekleşir bilinildiğinden, aynı zamanda da yazı yazmanın tehlikesi
genlerimize kadar işlemiş olduğundan sözcük tektoniğimizin yegane ürünü
"yazı yazma helaya, girer başın belaya" türünde hela edebiyatı
ile sonuçlanır.Oysa olması gereken sonuç, fırından yeni çıkmış ekmek
sıcaklığında kitapların kokusu ile dolu çoşkun bir yaşamdır .