Modern Türkiye'nin Oluşumu / FEROZ AHMAD
Kitap, özellikle Osmanlı döneminden günümüze Türk tarihinde
, siyasi ve toplumsal hayatında ordunun önemin kesintisiz bir süreklilik
taşıdığı kestirimi üzerine, Osmanlı’dan günümüze kadar geçen zamanda toplumsal
ve siyasal yaşamın “asker” eksenli bir
hat üzerinde şekillendiği gerçeğini
oldukça yalın ve çarpıcı bir şekilde
özetliyor.
Türk Beyliklerinin oluşturduğu ve Osmanlı Beyliğinin eşitler
arasında birinci olduğu bir kabileler federasyonu şeklinde örgütlenen Osmanlı
İmparatorluğu,ilk yıllarında kabileler arasındaki siyasi ve askeri rekabetten
üstün olarak çıkmak ve diğer kabilelere askeri bağımlılığını azaltmak,diğer
kabile şeflerinin gücünü dengelemek için geliştirdiği devşirme sistemi
sayesinde askeri bağımsızlığını elde ederek eşitler arasından güçlü bir şekilde
sivrilir. Asker (yeniçeri) ve yönetici olarak eğitilen Hristiyan devşirmeler
Osmanlı’yı uzun süre hem Türk kabileler arasında ki çatışmalardan uzak tutacak
denge unsuru olarak varlıklarını sürdürürken hem de askeri başarıları ile
İmparatorluğun önemli bir itici gücü haline geldiler. Ancak coğrafi keşiflerin
sonucu olarak Amerika’dan gelen altın ve gümüş
paranın baskısı altında değer
kaybeden Osmanlı parası ve sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntılara karşı askeri,siyasi
ve toplumsal yaşamda reform gereği karşısında ayrıcalıklı konumlarını kaybedecek
olan Yeniçeri ordusu, isyanları ile uzun
süre siyasal hayatın önemli bir problemi olageldiler. Uzun süren reform
çalışmaları ile ordu içerisinde zamanın ruhuna uygun bir askeri yapının
oluşması sonrasında siyasal toplumsal hayatta karşılığını bulacak olan geleneksel-yenilikçi
çatışması ,Genç Osmanlılardan,Jön Türklere oradan da İttihat ve Terakki’nin alt
rütbeli subaylarının Sultan Abdülhamit’in devrilmesi ile sonuçlanır.
İttihat ve Terakki bir yandan ordu içerisinde liyakat esasına
göre değil sultana sadakat esasına göre verilmiş olan rütbeleri, geleneksel
askeri yapıları tasfiye ederken bir yandan da zamanın modern siyasal
sistemlerini yerleştirmeye ve dolayısı ile modern devletin olmazsa olmazı burjuvaziyi
oluşturmaya çalışmıştır. Karşı tepkiler ve isyanlarla (31 Mart isyanı)
geçen süreç, işgal ile birlikte artık başka bir boyuta sıçramıştır. İşgal
sonrası kendileri açısından daha güvenli
olan Anadolu’ya çekilen İttihatçılar,işgal karşısında İttihatçılar döneminde
hatırı sayılır ayrıcalıklar kazanmış yerel toprak sahiplerinin, işgal ile
birlikte kazanımlarının daha önceleri teba olan halklar arasında
bölüştürüleceğini anladıktan sonra kurdukları yerel dernekleri (Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri) birleştirmek ve genel bir kurtuluş projesi etrafında birleştirmek
için çalışmışlardır. Zamanla ulusal bir nitelik taşıyan bu hareketler
M.Kemal’in önderliğinde kurulacak yeni devletin temellerini oluşturmuşlardır.
Genellikle taşra alt-orta sınıfa mensup
olan ulusal kadroların askeri mensupları ile yine aynı kadroya mensup sultana
bağlılık hisseden üst sınıf kentli
askerler arasında yaşanan rekabet ile kendini ifade eden muhalif hareketi
tasfiye eden M.Kemal,bütün yönetimsel yetkileri
kendi elinde toplulaştırıp orduyu da etkisiz,silik ve M.Kemal’in etki alanı dışına çıkamayan Fevzi Çakmak’a
teslim ederek, ölümüne kadar mutlak otorite olarak kalmayı başarmıştır.
M.Kemal’in ölümünden sonra aynı otoriter
baskıcı yönetimi devralan İsmet Paşa acılar ve sıkıntılar ile geçen bu otoriter
yapıyı 50’li yıllara kadar sürdürmüştür.
Dünyada 2. Dünya Savaşı sonrası esen demokrasi ve özgürlük
rüzgarına daha fazla kulak tıkayamayan İnönü’nün kararı ile geçilen çok partili
hayat sonrası iktidara gelen Demokrat Parti, aslında elmanın diğer yarısı olan CHP’nin hem ideolojik hem de pratik olarak aynısıdır. DP’ye göre CHP
ömrünü tamamlamıştır diğer sağ partilere
gerek yoktur.Çünkü kendileri bu boşluğu tamamlıyorlardır .Kuşkusuz sola bu
dönemde kesinkes yer yoktur ve ezilmelidir. Öyle de yapılır. 1954 seçimlerindeki ezici başarıları sonucunda
yaşadıkları iktidar sarhoşluğunun etkileri altında kendilerini ulusal iradenin
tek temsilcileri olarak görerek,halka ters işler yaparlarsa halkın sandıkta
kendilerine der vereceğine inanırlar.Demokrasiyi geliştirmeyi hiçbir zaman dert
edinmezler,her zaman ilk öncelikleri ekonomik gelişme olur.Üniversiteler,akademisyenler baskı altına alınır,laikliğe aykırı
tutumlarda bulunduğu gerekçesi ile Millet Partisi kapatılır, parti içi
muhalefet ezilir. Ekonomik durgunluk
sonrasında popülist din siyaseti ve faşizan Vatan Cephesi hareketi etrafında
bir blok oluşturmaya çalışan Menderes, Mecliste kurduğu Tahkikat Komisyonları
ile anayasayı açıkça ihlale soyunur.Sokakların hareketlenmesi ve yaygın kitle gösterileri sonrasında askeri
bir darbe ile hükümet devrilir.
1960 darbesi ile Abdülhamit’e yapılan 1908 darbesi benzer
özellikler taşır. Her iki darbede ordunun hiyerarşik yapısı dışında alt düzey
kadrolar tarafından gerçekleştirilir. Alt orta sınıfın çağdaş bir eğitim
görerek sınıf atlamasına yardımcı olan ordu kadrosu, DP iktidarı dönemimde
yükselen enflasyon sebebi ile düşen gelirleri ve toplum içindeki yiten
itibarları sebebi ile aynı rahatsızlıkları yaşayan toplumun diğer katmanları
ile birleşerek CHP muhalifizminde kendilerine bir gider bulur. DP iktidarının orduda
ekonomik sıkıntılardan dolayı reformu geciktirmesi ve sıkıntıyı Paşaları yanına
alarak daha doğrusu satın alarak kendi etrafında tutması, NATO’ya üye olan
ülkenin genç subaylarının yabancı ülke
askerlerinin ekonomik ve sosyal itibarlarının yüksekliği karşısında ki
huzursuzluk DP iktidarının sonunu getirir.
1960 darbesinin amacı 1908 darbesinde olduğu gibi sadece hükümeti
devirmek değil toplumsal yaşamda bazı
temel değişiklikler yapmaktır. Bu mana da bu değişiklikleri yapacak birikimleri
olmayan askerler, akademisyenleri devreye sokarak toplumsal yeniden dizayn ederler.
Daha özgürlükçü bir anayasa,sendikalara grev hakki,sosyalistlere parti kurma
hakkı gibi bir çok yenilik getirirler. Alt rütbeli subayların darbe yapması
karşısında hakim askeri ve siyasi çevreler 1960’ın tekrarlanmaması için bir
dizi tedbir alma ihtiyacı hissederler.Askeri istihbarat teşkilatı kurularak
ordu içindeki muhalefet devamlı takip edilip kontrol altına alırlar. Subayları
özlük haklarına ilişkin parlamento yeni
yasalar çıkarırlar.OYAK kurularak ordu iş ve endüstri alanına sokulur.Ordu
evleri ve subay evleri yapılarak subaylar halktan koparılıp ayrıcalıklı bir
konuma getirilir. Artık askerin bu ayrıcalıklı yaşamının devamı statükonun
devamına bağlıdır. 70’lerde yaşanan dünya çapındaki ekonomik kriz,petrol
fiyatlarının artması ve Kıbrıs harekatı sonrasında yaşanan ambargo sebebi ile
bozulan ekonomik dengeler artan enflasyon ve işsizlik gibi sonuçlar ile
birleşince artan toplumsal gerilim, TİP’in
kapatılması ile oluşan siyasi boşluk ve Soğuk Savaş konsepti ile yürütülen siyaset
sonucu artan kutuplaşma sokağa şiddet dilinin hakım olmasını sağlar.Bizzat
devlet marifeti ile toplumsal muhalefet üzerine yönlendirilen sivil ve resmi
şiddetin maksadı normal siyasi akış
içerisinde hayata geçirilmesi imkansız olan ekonomik liberalizmin önünü
açmaktır.Gerçektende 24 Ocak’ta alınan kararların askeri bir baskı sistemi
olmadan toplumsal kabulüne imkan verecek
bir içeriğe sahip değildir.Bu nedenledir ki darbe sonrası kurulan askeri
hükümet IMF’nin öngördüğü tipte bir piyasa ekonomisinin önündeki bütün
engelleri büyük bir şiddet ile ortadan kaldırır.
Yazar kitabın önsözünde ordunun siyaset ve toplumsal yaşam
üzerindeki belirleyici ilişkisinin gelecekte de devam edip etmeyeceğini;
Sovyetlerin dağılması ve Soğuk Savaşın sona ermesi ve “Yeni Dünya Düzeninin” oluşması gibi
birtakım yeni faktörlere bağlıyor. Artık Soğuk Savaş konseptine göre dizayn
edilmiş büyük ve hantal orduların yerine daha hızlı hareket edebilen elektronik
savaşı teknolojik olarak gerçekleştirebilecek yetenekte yeni bir askeri gücün
oluşturulması ve buna uygun askeri kadroların ihdas edilmesi gerekmektedir. Yazara
göre bu tür askeri bir konsept değişikliğinin siyasal sonuçlarının nasıl yapıda
tezahür edeceği ise ülkenin “Yeni Dünya Düzeni “ içindeki yeri ile belirlenecektir. Bugün süren Ergenekon,Balyoz gibi büyük çapta
askeri bir kadro tasfiyesinin gerçekleştirildiği davalar yukarıda bahsedilen
yeni askeri konseptin gerisinde kalmış geleneksel Soğuk Savaş mantığı ile yetişmiş kadroların tasfiyesi olarak
, yeni konsepte direnç gösteren, askeri
kadronun tasfiyesi olarak algılanabilir mi?