Kolay Değil Genç Ölmek.....

Bu topraklar Habil’in kardeşi Kabil’i öldürdüğünden bu yana Âdemoğlunun bir türlü adam olamadığı topraklardır. Âdem ile Havva’nın beşiklerini salladıkları medeniyetin ilk çocukları,  ayağa kalkar kalmaz işledikleri ilk cinayetin bedelini  halen daha ödetiyor bu coğrafyaya . Oldum olası zulüm, gözyaşı, kan, ölüm ile yoğrulan bu toprakların üzerinde yükselen medeniyet,  halen daha ekşimsi kan kokusundan kurtarabilmiş değil kendini. Nietzsche ‘nin deyimi ile oluk oluk kan akan bu coğrafyada “Yaşamak… Uzun süre hasta olmak demektir.” 

Ne geçmişin çok tanrılı dinleri nede günümüzün tek tanrılı semavi dinleri çare olamadı bu coğrafyanın kadim hastalığına. Bilakis çare olsun umudu ile üretilen her tanrısal ecza bırakın tedavi etmeyi, hastalığın kronik bir tablo izlemesinin önünü açarak, öngörülmez yan etkileri ile yeni ve devamlı bir yıkımın müteahhitliğine taşere etti yaşamak denilen gaileyi.
Bu coğrafya da “İnsanlar,  insana yaraşır şekilde yaşamamaktadır. Her şey bizi insanlardan uzaklaştırmaktadır. Vazife, aile,vatan,din, ırk,  para ve saygınlık.(Paul Nizan)  Ancak bu coğrafyanın tüm bunlarla baş edecek gücü yoktur. Çünkü bu coğrafyada insan da kar zarar hesabının sıradan bir kalemi haline gelmiştir” (P.Nizan)

Bu coğrafya genç ölenlerin coğrafyasıdır. Bu coğrafya topluca;  onar onar, yüzer yüzer ölenlerin coğrafyasıdır. Bu coğrafya, bu dünyadan ümidini kesmiş gençlerin  peşi sıra sürüklendikleri uzaklardaki kayıp cennetin kapılarını ancak ölerek ve öldürerek açacaklarını zanneden kafası puslu fedailerin coğrafyasıdır. Bu coğrafya hiçbir gencin “ Yirmi yaşındayım. Yaşamın en güzel çağı budur” (P.Nizan) diyemediği, diyecek kadar yaşayamadığı bir coğrafyadır.

Bu coğrafya,  “Bir tek arzumuz karşısında yeryüzünün bütün insanları nedir ki! Dünyada zavallıların da olması gerektiğine, bunun doğanın isteği olduğuna, zorunlu kıldığına ve o,dengesizlik istediğinde denge sağlamaya çalışmanın onun kanunlarına karşı gelmek anlamına geldiğine inanırdım…..Sefalete duyulan her türlü merhamet doğanın düzenine karşı işlenmiş hakiki bir suçtur.” diyen   Marquis de Sade’nin ardılları; kralların,şeyhlerin,diktatörlerin, uzun adamların, ağlayan adamların acımasız, bencil,kan ve gözyaşı ile beslenen  bir avuç insan müsveddesinin insanlığı talan ettiği bir coğrafyadır.

Bu coğrafya,   “Önce kendilerini neyin mahkum ettiğini anımsayamayan ve sonra görünürdeki kurtarıcının gerçek mahkumiyet olduğunu bilemeyen…her kuşağın kendinden öncekileri yıkıp, yerine onlar kadar haris,onlar kadar açgözlü yeni efendilerin geçirildiği”(C.Fuantes) yalancı baharların genç bedenleri  yıkıp geçtiği bir coğrafyadır.

Bu coğrafya; “ Güzeli, kadını, kesif yaşamayı seviyorum. Bu insanlara ve onların mutluluklarına haset etmiyorum, ama benim ve benim gibilerin sefaletinin de bir yaşam biçimi olması gerektiğini de söylemiyorum. Seçmek elimde olsaydı, zenginliği yoksulluğa yeğlerdim….Bununla birlikte, bugün dünyanın hemen her yerinde egemen olan ve azınlığın mutluluğu için tek koşul olan korkunç sefaletin ortasında görkemli bir yaşamın mutluluğunu aklım almıyor. Eğer refaha erişmem bu koşulla mümkün olacaksa, kendi yoksulluğumu yeğlerim. Başkalarının felaketi yanında, üzerinde bana mutluluğumu sunacakları altın tepsiyi hiç çekinmeden yere fırlatırdım” (Panait İstrati) diyebilen, dizüstü sürünerek de olsa yaşamayı, uzun süre yaşamayı reddedip  “Hayat zamanda değil, zamanın kullanışında var olur.” (manuşyan) diyebilen rüzgâr kanatlı çocuklarında coğrafyasıdır aynı zamanda.

Bu çocukların, bu coğrafyanın rüzgar kanatlı “ çocuklarının hepsi birer devrimcidir. Yaratılışın yasaları onarla tazelenir ve olgun insanların onlara karşı yükselttiği ahlak, önyargılar, hesaplar, pis çıkarlar gibi engelleri ayaklar altına alırlar. Bu çocuklar , dünyanın başlangıcı ve sonudur; hayatı yalnız onlar anlar, çünkü hayata ayak uydururlar ; devrimler ancak bu çocukların saflığıyla yapıldığı zaman daha iyi günlerin gelecek…... Sizler, kanunlar yapmışsınız, akademiler kurmuş, ahlak kürsüleri tesis etmişsiniz, kulakları patlarcasına çanlarını çalarak merhameti öğretmeye çalışan klişeleriniz var, meclisleriniz var, ama bu çocukların göğüsleri içinde neler kaynaştığını bilemezsiniz, güzel olabilecekken sakat bıraktığınız bu hayat hakkında da bir bilginiz yoktur” (Panait İstrati)

Sizler, yeryüzünün ikiyüzlülük tanrısının mabetlerine kurulmuş sahte tanrılar; “ Şimdiye dek insanlığı ahlaklı yapmak için başvurduğunuz her  çare, bütünüyle sizin gibi ahlak dışıydı.” (Nietzsche) Sizler, ahlakdışı, bencil dünyalarınızı tatmin için başkalarının ölümüne doğru yolculuk yaparken, bu coğrafyanın rüzgâr kanatlı çocukları için  “değerli tek yolculuk türü vardır. O da insanlara doğru yürümektir. (P.Nizan)  Sizler yaşamın hakikatini Petro dolarlarla şişen ceplerinizde, açlıktan, yokluktan kırılan insanlığın hemen yanı başında kurduğunuz mükellef sofralarınızda tıkınıncaya kadar yediğiniz sofralarda, şatolarınızda, özel uçaklarınızda, milyon dolarlık kaçak saraylarınızda boşuna aramayın. Çünkü yaşamın hakikati sofralarınızın hemen dibinde kırılan, saraylarınızın tuğlalarını hayatları pahasına teker teker söken “başaramayanların tarafında gizlidir. Ve onlar nereye gittiklerini bilmektedirler.” 

 Albert Camus, Veba adlı eserinde ne güzel anlatmış  “başaramayanların” inadını ve inancını
Her şey bir yana..” diye yineledi doktor ve yine duraksadı. Tarrou’ya dikkatle bakarak, ”Bunu sizin gibi biri anlayabilir ancak, değil mi, dünyanın düzeni ölümle sağlandığına göre belki de Tanrı için en iyisi ona inanmamak ve suskun suskun durduğu göğe gözlerimizi çevirmeksizin ölüme karşı tüm gücümüzle savaşmaktır.”

— “Evet”, diye onayladı Tarrou, “anlayabiliyorum. Ama zaferleriniz hep geçici olacak, işte hepsi bu.”

Rıeux'nün suratı asılır gibi oldu.

— “Her zaman öyle olacak, bunu biliyorum. Mücadeleden vazgeçmek için bir neden değil bu.”


Bu coğrafya,  umudun, iyiliğin, adaletin, mazluma kol kanat gerenin, zalimin gölgesine sığınmayanın, temiz yüzlü gülüşün  hep düşmanı olmuştur. Ancak mücadeleden vazgeçmek için bir neden değil bu.. Yeter ki Tezer Özlü’nün  deyimi  “burasının  bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” olduğunu unutmayalımonlar da vazgeçmediler mücadeleden …32 genç fidan, 32 genç iyilik fedaisi Suruç’tan karanlığın boğduğu topraklara ışık oldular.

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA