Barış Yaşatır....

Ne oyun değişti ne de oyuncular. Yıllardır yinelenen ama her seferinde sanki daha önce hiç oynanmamış gibi  hevesle sil baştan tekrar tekrar oynanan bir oyun. Bahsedildiği gibi öyle her seferinde dış güçlerin zoruyla sahaya sürülen oyuncuların gönülsüzce dahil oldukları bir oyun değil, aksine toplum olarak topyekun bir  katılımla gönüllüce oynadığımız bir ölüm oyunu bu. Herkesin kendi kahramanını arenaya sürdüğü,kendi şehidini kutsadığı bu kanlı oyunun kan kırmızısı ile çizilen kırmızı çizgileri ancak muktedirin iktidarına zeval gelmediği hallerde belirginleşir; muktedirin iktidarına zeval gelme olasılığı durumunda bütün çizgiler anlamını yitirir ve flulaşır. Arena da akan kanın her defasında tazelenmesi ile güçlenen bu kadim oyun, asıl gücünü aslında tribünleri dolduran seyircilerin kendilerinden geçercesine, avuçları patlayıp su toplayıncaya kadar çoşku ile katılmalarından alır. Seyirci kalabalıkları bu kanlı oyuna sırtlarını dönmedikçe; ölümü şahadet, kutsiyet,kahramanlık, fedakarlık adına yüceltmekten vazgeçmedikçe muktedir kanlı oyunun tezgahtarı olarak gişede her seferinde karşılığını fazlası ile alacaktır.

Antik Roma’da nimetlerinden faydalanmak için yaygınlaştırılan gladyatör oyunları, bugün ülkemizde “Başkanlık” oyunlarının esin kaynağı haline gelip; Başkanlık makamının merdivenlerini tırmanacak olanların üzerine basıp yükselecek oldukları halıya rengini verecek olan taze kanın temini noktasında hizmet görüyor. Her alçağın son kerte de sığındığı “vatanseverlik”,   iktidar merdivenlerini tırmanırken nefesi kesilenler için son bir soluk alma imkanı haline dönüşmüştür. İktidara doğru yükselen merdivenlerin küpeşteleri birer namludur ve iktidara talip olanlar “devletin yasal silah kullanma hakkı” çerçevesinde sırtlarını bu namlulara dayarlar.
İktidar bir yönetme aracı değil tehdit aracıdır. Bu yönü ile yasal bir mafyatik  tarafı her zaman vardır. Öyle ya, “400’ü verirsiniz,bu iş huzur içinde çözülür” ; yok eğer vermezseniz huzuru mumla aratır iktidar size. “Analar ağlamasın” diye yola çıkanlar, ananızı ağlatmak için ellerinden geleni ardına koymazlar. Gerekirse  “Suriye’ye dört adam yollar, sekiz tane füze attırır”, “herkese nasip olmayan şahadeti”  size tattırır; dillerinden düşürmedikleri “baldıran zehirini”  millete içirirler.

Muktedir,  iktidarın merdivenlerini adım adım, soluklanarak çıkar. Her soluklanışında başkalarının oksijenini çalar; onları, soluksuz, adaletsiz, güçsüz ve dermansız bırakır. Her adımını “milli iradeyi” çiğneyerek atar;  kendi vesayetini inşa etmek için askeri vesayetle mücadele görüntüsü vererek vesayeti kendi elinde toplamanın yolunu arar; sap ile samanı birbirine karıştırarak aynı torba içine doldurur, sonra da “milli orduya kumpas kuruldu” diyerek kullanıma elverişli hale gelen ordu mensuplarını ihtiyacı oranında, ihtiyaç zamanında torbadan çekerek, kullanır;  gerekirse “milli ordu” ile kumpas kurarak kendi ikbal yolu üzerine vesayetin taşlarını örer.

Adımlarını “milli iradenin”, emeğini, alınterini, geleceğini, kanını emerek, oradan güç alarak atanlar; “milli iradenin” tesisini kendi ikballeri doğrultusunda dizayn yollarına tevessül edenler için “milli irade”  çizgi dışına çıktığında “şah iken şahbaz” olur,  anında ırgat damgasını yiyerek, muktedir ve avenesinin  “.mına koyacağı” sıradan kullanışlı yığınlar haline gelir. “Milli irade” muktedir için her olta atıldığında kancaların hepsini dolduracak deniz;  satranç tahtasında ilk önce öne sürülecek, gözden çıkarılacaklar listesinin en başındaki piyondur. Piyon kaderine razı olmanın ötesinde gönüllüdür de kendine yüklenen misyona. Satranç tahtasının karşı kıyısına dizilmiş türdeşleri ile canhıraş bir kavgaya tutuşup şahın, vezirin önünü açan bir tür mayın eşeği olduğunun farkında bile değildir. Zehirlenmiştir çünkü; kahramanlıkla,sahte savaşçılığı ile, cehaleti ile, “herkese nasip olmayacak olan şahadeti “ ile.

Savaş, muktedirin yönetme sanatının enstrümanları içerisinde en çabuk sonuç veren ve en kullanışlı olanıdır.Savaşın maksadı karşısındaki saf dışı bırakarak yok etmek değil, tersine  ortalığı velveleye vermek,sağduyunun sesinin duyulamayacağı kadar gürültü çıkarmak, ortalığı toza, dumana, barutun isine vererek  hakikatin üzerine perde çekmektir.

Barış;  hiç kimsenin, hiçbir grubun, hiçbir partinin, hiçbir çevrenin eline bırakılmayacak kadar önemli bir hayat memat meselesidir. Çünkü barış savaş baronlarının kaderine terk edildiğinde sadece,bir sonraki kıyımın hazırlıklarının yapıldığı stratejik bir soluklanmanın aracı olur. Barış, halkların ekmeğidir; emek kokan, alınteri kokan. Halklar;  emeklerine, ekmeklerine, alınterlerine sahip çıkmazlarsa, akıtacakları o “asil kan”  siyaset manipülasyonlarının elverişli bir aracı,kamuoyu yoklamalarının çarçabuk kabuk bağlayan bir mürekkebi olmanın ötesine geçmez, geçemez. Sadece modern çağın vampirleri olan savaş baronlarının doymak bilmez iştihalarının ara sıcağı olarak masalardaki yerini alır.

Bilenenin aksine barışın en büyük düşmanı savaş değil ikiyüzlülüktür. Meydanlarda, hürsülerde,ekranlarda  konjonktüre göre makyaj değiştirir gibi barış güvercini iken generalliğe terfi eden akademinin cilalı unvanlarına sırtını dayamış,  şovenizmin  kirli sularında kulaç atanlar; zalim oldukları halde mazluma rol kaptırmayanlar, yeryüzünün cehennem zebanilerinin sözcüleri ,halklar bedel öderken bedel ödemeyip sırtlarını “bedelliye” dayayıp yan gelip yatanlar, kirli siyasetlerini taze kan ile besleyen siyaset bezirganları, siyasi anketlere iman etmiş insanlık müsveddeleri , hem paraya hem de imana sahip şirk dininin mensupları, camileri insanlığın ortak inançlarının  ilahi nuru ile değil flaşların ışığı ile aydınlatan “uzun adamlar”, yalanın, hilenin,küfrün  daimi müşterileri barışın en büyük düşmanlarıdır.


Barış; halkın ekmeği ve suyudur. Barış; derin vadilerde akan ırmak, kırlarda esen rüzgar,ağaç dalındaki kuş, annesinin kucağındaki sebi,insanlığın ve tüm yaşamın ortak düşüdür.Barış her ne kadar yaşam yalan olsa da yalanlara inanabilmenin sanatıdır.Doğruyu bilmesek de, bir yalanın yalan olduğunu her şeye karşın anlayabilmemizin  ama yine de ona  inanabilmenin sanatıdır barış.

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA