Barış İçin ; Önce Kendinle Barış!

Uzun zamandır  Siyasal İslam’ın önemli şahsiyetlerinin kitaplarını okuyorum. Seyyid Kutup’tan, Mevdudi’ye, Hasan El Benna’dan  Muhammed Abduh’a, Ali Şeriati’den  Mahmud Muhammed Taha’ya kadar uzanan bir yelpazeden bahsediyorum. Amacım açık aramak ya da olası ideolojik bir tartışma durumunda cephane biriktirmek değil, sadece ve sadece anlamak.

Seyyid Kutub’un edebi dili ve şiirsel anlatımı, Ali Şeriati’nin felsefi yaklaşımı ve 20.yüzyılın ana felsefi akımlarına özellikle
de Varoluşçuluk akımına hâkim İslami çözümlemelerinin tadını alınca, Benna’nın Diyanet’in Cuma Hutbesi ayarındaki görüşleri ister istemez hafif kalıyor. Mevdudi’nin  kitapları da her ne kadar Benna ayarında olsa da özellikle son okuduğum ‘İslam’da İhya Hareketleri’ kitabını ayrı tutmam gerek. Bir çok konuda özellikle Dört Halife döneminden sonra meydana gelen  tecdid (yenileme) hareketleri  ve bu hareketleri oluşturan mücedditlerin (yenilemeci) yaşamları ve fikirleri ile ilgili kısa ve öz bir o kadar da ilginç bilgiler içeriyor bu kitap.

Bugün Ortadoğu ve Arap Coğrafyasını kapsayan, kısmen Afrika’yı da içine alan ve  adına İslam Coğrafyası da denilen coğrafya,  korkunç savaşların, çatışmaların, katliamların ve insani dramların sahnesi durumunda. Her ne kadar dış müdahaleler çatışmanın fitilini ateşlese de İslam coğrafyasının birbirini boğazlama konusundaki meylini, bitmek bilmeyen mezhebi nefretini, bu nefreti körükleyerek iktidarlarını koruyan bölgenin kukla diktatörleri ve kan ile rafine edilen petrolü unutmamak gerek.

Dünyanın hemen her bölgesinde yaşanan çatışma ve savaşların bir görünen yüzü birde görünmeyen, perde arkasında gizlenen yüzü vardır. Görünen yüz, her zaman perde gerisinde her şeyi organize eden asıl yüzü gizlemek için kullanılır. Ekonomiyi, parayı ve ulusaşırı tekellerin gayelerini temsil eden asıl yüz; mezhep çatışmaları, etnik çatışmalar ve birtakım ideolojik çatışmalar ile kamufle edilir. Genellikle de çatışan tarafların külli ekserisi  paravan olduklarının farkında olmayan, kutsal bir gaye uğruna savaştığını zannedenlerden oluşur. Farkında olduğunu iddia edenlerin önemli bir çoğunluğu da bu çatışma dinamiğinin tarihsel bir arka fonu olduğu gerçeğini ıskalayıp –ki bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum-  sorumluluğu  ‘dış güçlere’ havale ediyorlar.
Dinlerin tamamı her ne kadar ‘öteki dünyaya’ ilişkin ‘ödev ve hakları’ düzenliyor olsa da asıl meşgale alanları yaşadığımız dünyadır. Yaşadığımız dünyanın tanrısı ise para, güç ve siyaset ile iştigal eder. Para, ister imanlı olsun ister imansız beşerin en çok şaştığı konuların başındadır. İslam Tarihi beşerin para, güç, nüfuz siyaseti karşısında şaşmasının örnekleri ile doludur.
İlk ve kritik örnek Uhud Savaşında yaşanmıştır. Zafer kazandıklarını zannedip terk etmemeleri gereken mevzileri ganimet elde etmek için terk eden Müslümanlar ağır bedel öderler. Nitekim Al-i İmran Suresi 152. Ayeti “ Allah sevdiğiniz zaferi, size gösterdikten sonra birden yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve çekiştiniz. Kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu.” diyerek bu olayı anlatır.
İkinci örnek ise İslam peygamberi Hz. Muhammed’in ölümü ve sonrasında yaşananlar ile ilgilidir. Her ne kadar üzerinde herkesin hemfikir olduğu bir vaka olmasa da Hz. Muhammed’in ölümü üzerine,  Arap kabilelerin kitleler halinde isyan edip zekât vermek istememeleri, yine farklı görüşler olsa da daha Hz. Muhammedin cenazesi kaldırılmadan,  Hz. Ömer, Hz. Ebubekir ve Hz. Osman’ın halife seçimi ile ilgili çalışmalara başlamış olmaları ve hatta cenazeye katılmadıkları yönündeki görüşlerdir.

Halife seçimi ile ilgili olan ve bugün yaşanan mezhebi çatışmaların temeli olan olaylara hiç değinmeyeceğim. Ancak Hz. Ebubekir’in halifelik yıllarının, Hz. Muhammedin ölümü üzerine artan dinden dönme hareketleri ile, kendisini peygamber ilan eden şahıslara ve zekat vermek istemeyen kabilelere karşı savaşla geçtiğini biliyoruz. Hz. Ebubekir,  isyanları Halid Bin Velid komutasında bastırırken, cihat fikrinin temel motivasyonu olan ganimet paylaşımı sayesinde hem sınırları genişletmiş hem de topluluğu bir arada tutabilmiştir. Aynı zamanda Hz. Ebubekir’in eceli ile ölen tek halife olduğunu da not düşelim.

Adaleti ile tanınan Hz. Ömer,   Beytülmalı (ganimet) Müslümanlar arasında en iyi şekilde bölüştürmesi ile de bilinir. Kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen ancak talebi kabul edilmeyen biri tarafından sabah namazında hançerlenerek öldürülür.

Müslümanlar arasında ilk ciddi ayrılıklar Hz. Osman döneminde başlar. Akrabalarını valiliklere ataması ve onlara karşı aşırı düşkünlüğü, yönetimde bozulmalar ilk ayrılıkların tohumunu atar. Hz. Osman kendisine karşı muhalefeti ile bilinen ve Hz. Muhammed ile Mekke’den  Medine’ye göç eden Ebu Zer Giffari’yi  önce Şam’a, sonra da, Muaviye’nin onunla başa çıkamayışı nedeni ile geri getirtip açlıktan öleceği Rabaza çölüne sürgün edişi bu bozulmalarla ilgilidir.  Hz. Osman, evini kuşatan muhalif isyancılar tarafından, Hz. Ali’nin bütün koruma çabalarına rağmen öldürülür.

İslam tarihinde yaşanan en önemli ayrımın kökeninde Hz. Ali’nin halifeliği ile ilgili tartışma yatar. Peygamberin ölümünden önce yerine Ali’yi halef bıraktığını iddia eden kesim ile peygamberin halef bırakmadığını ve halifenin seçim ile belirleneceğini savunan kesim arasındaki ayrım bugünkü Şii-Sunni ayrımının temelini oluşturur. Diğer önemli mevzunun kökeni ise ekonomiktir. Peygamber öldüğünde geride hatırı sayılı bir malvarlığı ve arazi bırakır. Hz. Ebubekir, bu mal ve arazilerin kamu malı olduğunu iddia ederken, Hz. Ali, veraset ile ilgili vahiylerin Hz. Muhammed’in mirasını da kapsadığını iddia ederek duruma karşı çıkar. Sorun Hz. Ömer devrinde arazinin bir kısmının kamu malı sayılması, geri kalanının ise peygamberin mirasçılarına devredilmesi sonlandırılır. Hz. Ali’nin halifeliği İslam toplumu arasındaki iç savaşların başladığı dönemdir. Müslümanlar üç savaşta birbirleri ile savaşırlar. Üç savaştan da zafer ile dönen Hz. Ali bir mescitte ibadet ederken saldırıya uğrar. Zehirli bir kılıç darbesi ile yaralanan Hz. Ali iki gün sonra ölür.

Şimdi bütün aidiyetlerimizi bir kenara bırakıp arkamıza doğru yaslanalım. Mümkünse imkânlarınızın elverdiği ölçüde objektif olmaya çalışalım. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın yanı sıra Ortadoğu’nun, Arap Yarımadasının, Afrika Kıtasının önemlice bir kısmının ve dünyanın değişik bölgelerine yayılmış bir dini anlayışın ilk mensupları, henüz daha, fikri, manevi, uhrevi, dünyevi açıdan içinde bulunduğu topluma önderlik etmiş bir Önderin cenazesi defnedilmeden halife kim olacak kavgasına girmiş, zekât vermemek için isyanlar çıkarmış ki ilk halife zamanının önemlice bir kısmını bu isyanları bastırmaya çalışmakla geçirmiş; ardından gelen üç halifelerin tamamına eceli ile ölmek nasip olmamış, hepsi yine bir Müslüman tarafından gerçekleştirilen suikast sonucu hayatını kaybetmiş; suikastların ikisi halifeler camide ibadet halinde iken gerçekleştirilmiş; Hz. Muhammedin tebliğ ettiği dine ilk inananlardan biri olan ve Mekke’den Medine’ ye hicret esnasında Muhacirun arasında yer alan Ebu Zer Giffari,  Rabaza çölüne sürgün edilerek ölüme mahkûm edilmiş; eş, dost, akraba kayırmalar, miras ve paylaşım kavgaları baş göstermiş vs vs.

Böylesi bir tarihsel profile sahip İslam coğrafyasının, kendi içerisinde bir hesaplaşmaya girmemiş olduğu gerçeği de göz önüne alındığında, geçmişin bütün problemlerini eksiksiz bugüne taşıdığı ve bu gerçeğin İslam coğrafyasında yaşanan savaş, çatışma ve katliamların ana dinamiğinin kendi bünyesi içinde saklı olduğuna işaret ettiği de aşikârdır. Elbette bu coğrafyanın üzerine oturduğu bu tarihsel profilin yanı sıra, söz konusu tarihsel profilin Tanrının lütfundan çok bir laneti haline dönüştürdüğü zengin petrol yataklarının kabarttığı emperyalist sömürgeci iştahın bu çatışmalarda etkisiz bir etken olduğunu iddia etmeyeceğiz. Bugün ki İslam coğrafyasının manzara-i umumiyesinin perdesi üzerindeki suretler Garb’a ait değil, rejide de onlar yok. Rejide, geçmişin hesabını kapatamamış bir coğrafyanın, statükolarını bu hesap üzerinden muhafaza eden sarıklı dinbaz entelejensiyası, perde de şehadet piyesinde başrolü kapmaya talip milyonlarca kullanışlı aptalın sureti ve perde gerisinde bir yerde, oyunculara sufle veren neft tüccarları ile kol kola din bezirganları….

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA