Alem-i ervâh’tan* Alem-i ecsâd’a*yada Öteki Dünyadan Dönüş; Siyasal İslam


 
Sovyetler çöktüğünde “tarihin sonunun” geldiğini söyleyerek  kapitalist dünyanın zaferini  ilan eden Fukuyama ve avanesi, zafer sarhoşluğu içerisinde aslında tarihin sonunu ilan ederek, gerçekte tarihin sınıflar arası savaşın tarihi olduğu gerçeğini zimmen kabul ettiklerinin farkına varmadan, artık ezilenlerin, emekçi sınıfların,yoksulların, sömürülenlerin,Üçüncü Dünyanın  kapitalist barbarlığa karşı sınıf perspektifli direniş ve mücadele eksenini  ve aynı zamanda inanırlığını yığınlar nezdinde kaybettiğini  ve dolayısıyla bundan sonra tarihin,  sadece kapitalist sınıfın tek ve belirleyici bir tarih yazımına bağlı olarak -“dünyanın  tarihini  aynı zamanda  sınıf savaşımlarının tarihi”  olarak kayda geçerken-  artık  “kapitalizmin zaferinin tarihi” olarak kayda geçeceğini  ilan eder.

 
Kapitalist dünya zafer çılgınlığı ile yorgun düşmüşken diğer tarafta sesleri kısıkta olsa utangaç bir eda ile kendi zaferini ilan eden, kendilerini  söz konusu çöküşün sağlayacağı imkanların yanılsamaları ile dolu hülyalara kaptırmış bir kesim daha vardır; İslamcılar.

Batı aydınlanma düşüncesinin ürünü olarak kapitalizm ile  aynı kefeye koydukları  sosyalist tahayyülün yenilmesi aynı zamanda Batı Modernizminin  Tanrı’yı yeryüzünden kovup gökyüzüne hapseden seküler  ideolojisinin de yenilgisi olarak görüldüğünden, felsefi bağlamından kopuk sadece Batı’ının açgözlülüğüne,zenginlik ve safahat düşkünlüğüne, özetle “maddiyatçılığa” göndermede bulundukları ve genelde kapitalizmle özdeş tuttukları  materyalizmin de yenilgisidir bu. Felsefi bağlamından kopuk, ateizme indirgenmiş materyalizmin yenilgisi, İslamcılar açısından İslam medeniyetine sızmış bir Batı ajanı olarak modernizmin daha makul bir zayiatla berhava edilmesi imkanı da yaratıyordu. Bu anlamda zaferini hemen ilan eden kapitalizmin hemen akabinde İslamcı camiada söz konusu yıkımın kendilerine  sağlayacağı zafer olanaklarını kutlama hazırlıklarına girişmek için  erken davranmakta bir beis görmediler.


Her ne kadar Sovyet Bloğunun yada diğer bir deyişle reel sosyalizmin çöküşü karşısında İslamcılar erken zafer ilan etmiş olsa da,  Sovyet Bloğunun dengeleyici  gücünün varlığının ortadan kalkmasının İslam coğrafyası ve İslamcılar üzerinde iki yıkıcı etkisi oldu.  Bu yıkıcı etkinin ilki doğrudan fiziki (askeri) müdahaleler ile gerçekleşti. Sovyet Bloğunun dengeleyici etkisinin ortadan kalkması sonucunda başını ABD’nin çektiği emperyalist bloğun formüle ettiği Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde askeri müdahale imkanları, emperyalist bloğun elinde yakın tarihte hiç olmadığı kadar rahatça başvurulabilir bir araç haline geldi. Önceleri el altından taşeron marifeti ile yürütülen hegemonya savaşı artık açıktan askeri müdahaleler ile yürütülebilir olma olanağına kavuştu. Açıktan yapılan askeri müdahaleler zaten hassas bir denge üzerine bina edilmiş siyasal-toplumsal yapıyı yıkarken,  başlı başına istikrarsızlık kaynağı olan ertelenmiş  düşmanlıkların,mezhepsel kavgaların fitilini ateşlemiş; coğrafyanın manzarası kan, barut ve ölüm ile boyanmış, hem toplumsal alt yapı darmaduman olmuş, hem de fiziki altyapı yok olarak insani yaşam koşullarının asgari şartlarına haiz olmaktan uzaklaşmıştır. Parçalanan toplumsal doku daha çok İslami tandanslı olmak üzere etnik ve mezhebi temelde onlarca silahlı örgütün ortaya çıkıp büyümesine uygun koşullar sağlamıştır. Ancak tarihinde hiç olmadığı kadar toplumsal ve askeri güç bakımından etki alanını genişleten bu örgütler, bütünlüklü İslami bir siyasi proje etrafında, açık ve net bir  ideolojik-politik eksen üzerinde hareket etmekten daha çok, mensubu oldukları yada sırtını dayadıkları mezhebi varlığın mevzi savaşına omuz veren; her türlü politik,askeri, insani ilkeleri yok sayan kör ve acımasız bir şiddet sarmalı içerisinde, Batı’nın şeytanı! İle savaşmaktan daha çok ,  karşılıklı olarak şeytanileştirdikleri kadim mezhebi  aidiyetlerin mensuplarına karşı içe dönük ve en azından yakın bir gelecekte ortak bir İslam davası etrafında bütün İslam coğrafyasının birleşebileceği bir ortak mücadele imkanının koşullarını nerdeyse imkansız kılacak bir ideolojik perspektif kaymasına olanak tanıyan kör bir şiddete meyletmişlerdir. Yüzyılların İslami davasının “ümmet birliği” şiarı bugün nerdeyse bütün gerçekleşme olanaklarını kaybetmiş, yerini mezhebi aidiyetler üzerinden kümelenmelerin oluşturduğu, birbirlerini yok etmeye odaklanmış, emperyalizm şeytanının elinde oyuncağa dönüşmüş, sapkın bir şiddetin hem faili hem de kurbanı olan yapılara dönüşmüştür.


İlkinde,  emperyal dış müdahaleler ve yerli-yerel işbirlikçilerin daveti üzerine yaşanan yıkımın ve ideolojik eksen kayması sebebi ile kör şiddet ve mezhep kavgası ile şekillenen, nicelik ve alan hakimiyeti anlamında genişleyen ancak total bir proje olmaktan günbegün uzaklaşan, içe dönük çatışma hali ile bir tür cinayet şebekesi hali alan Siyasal İslamcılık, ikinci ve en önemli kırılmayı neoliberalizm ile teşrik-i mesaisinde  yaşadı.

70’li yıllarda yaşanan petrol krizi sonrası karları düşen sermayenin hedefinde, sosyal devlet anlayışı ve işçi hakları vardır. Sermaye, emeğin alabildiğince sömürüsüne dayalı, sosyal hakların alabildiğince kısıtlandığı, sadece kara dönük vahşi bir açlığın saldırganlığı altında büyük çaplı özelleştirmeler, çevrenin talanı ile sonuçlanacak bu çıkışına Margaret Thatcher ve Ronald Reagan ile cevap bulur. Ancak dünyanın bir çok bölgesinde çok güçlü sendikal ve toplumsal örgütler ve dahası devasa bir Sovyet Bloğunun moral etkisi vardır. Birçok ülkenin parlamentolarında hayata geçirilmek üzere alınmış neoliberal talanın önünü açacak kararlar olmasına rağmen, bu kararların hayata geçirilmesi normal koşullar altında neredeyse imkansızdır. Toplumsal ve sosyal hayatı baştan aşağı değiştirip, acımasızca bir sömürü öngören olağanüstü kararlar ancak olağanüstü müdahaleler ile hayata geçirilebilecektir ancak. Bu olağanüstü müdahale araçlarının en başında da askeri darbeler vardır. Türkiye’de 24 Ocak Kararları sonrası gerçekleştirilen 1980 darbesi, Mısır’da ve Endonezya’da aynı maksada dönük darbelerin amacı neoliberal talanın önünü açmak ve muhalefeti ezmektir.

Mısır, Türkiye, Endonezya ve benzer Müslüman çoğunluğun hakim olduğu ülkelerde henüz Siyasal İslam yada İslamileşme, görünür olmaktan uzak ancak geleneksel İslami formlarda vücut bulurken, ekonomik olarak da atölye tarzı geleneksel üretim tarzlarının hakim olduğu birikime dönük olmayan, hane halkının asgari ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir üretim tarzı mevcuttur. Ancak bu durum Geleneksel İslamcılığın ekonomik ve sosyal yaşamda görünür olmaktan kendi tercihleri doğrultusunda kaçındıkları manasına gelmez. Geleneksel İslamcılık, ekonomik ve sosyal hayatta görünür olmayı, mümkün olduğunca ekonomik ve sosyal yaşamı İslamileştirmeyi arzu etmektedir, ancak uluslararası sermaye ile entegre olmuş, modernist, sküler, hegemon yerli sermayenin kapsamlı devlet desteği ile kuvvet bulmuş rekabet gücü karşısında çıkış imkanı bulamamaktadır. Elbette bu söylediğimiz Geleneksel İslamcı kesimin tamamının görünür olmak için fırsat kolladığı anlamına gelmez. Ancak geleneksel siyasal İslamcılığın, biriktirmeye,zenginleşmeye ve dünyevileşmeye karşı olan oldukça küçük bir kısmının dışında, tamamına yakın bir kesiminin de kendilerini zorunlu bir tercihin sınırlarını yıkacak bir fırsata hazır tuttukları da tarihsel bir vaka olarak durmaktadır.

Geleneksel Siyasal İslam beklediği tarihi fırsatı neoliberalizme koşulsuz kucak açarak sağlamıştır. Bu mana da Geleneksel Siyasal İslam’ın iki önemli ve kullanışlı avantajı vardır. Bu avantaj bir anlamda her iki tarafında çıkarına olan “al gülüm ver gülüm” pragmatizmi ile vücut bulur. Ekonomik olarak daha çok atölye tarzı yada Kobi işletmeciliği yapan bu kesim neoliberal iktisadın önemli iktisadi düsturlarından olan “esnek üretim modeline” yapı olarak uygundur ve aynı zamanda hızlı bir şekilde buna uyum sağlayacak üretim ilişkilerini bünyesinde barındırır. Dolayısıyla esnek üretim modeline yapısal olarak uyumlu olmasının karşılığını, krizlerle süre giden neoliberal uyum sürecinde büyük ve kurumsal firmalara karşı rekabet gücü anlamında sağladığı katkı ile fazlasıyla almıştır. Söz konusu üretim modeli bu anlamda geleneksel İslami sermayenin neoliberalizmin öncü kuvveti olmalarını sağladığı gibi İslamcı sermayenin kabuğunu kırarak gelişmesini ve ekonomik alanda daha çok görünür olmasını da sağlamıştır. Neoliberal piyasaya uyum konusundaki yapısal uygunluk, İslami sermayenin gelişmesine ve görünür olmasına olanak tanıdığı gibi, ilk başlarda piyasanın İslamileştirilmesi üzerine kurgulanmış ekonomik cihad mantığı zamanla, islamın piyasanın modernist eğilim ve ihtiyaçlarına cevaz veren ve adına Piyasa İslamı denilebilecek bir dönüşümün yaşanmasına neden olmuştur.

İkinci olarak neoliberalizmin, nüfuz ettiği alanlarda ortaya çıkan devasa sosyal problemler; işsizlik, yoksulluk,sefalet, doğrudan ve açık sömürü koşullarının ortaya çıkaracağı toplumsal kaynamaların; örgütlü,militan bir muhalefet hareketine dönüşmesini engellemek ve emek-sermaye çelişkisini,sömüren –sömürülen ilişkisini, zenginlik – fakirlik durumunu kader-alınyazısı çerçevesinde müminin farklı sıfatlarda sınandığı, neticesinin ebedi bir cennet ile taçlandığı bir rızanın dışavurumu olarak; hesaplaşmayı, adaleti öteleyen bir kabullenmişliğe hapsetme imkanlarından yararlanmak için oldukça elverişli pratiğe sahip olan Siyasal İslamdan azami derece de yararlanma imkanı vardır.


Marx’ın ekonominin siyasal toplumsal yaşam pratiklerini belirlemede başat bir rol oynadığını söylemesinin çok öncesinde ibni Haldun “ekonomi ; dini belirler” demiştir. Kapitalist modernleşme ve küreselleşmenin hâkim olduğu, dolayısıyla hemen her şeyin “piyasa mantığına” vurularak kıymetlendirildiği bir dünyada İslam’ın bu mantıkla karşılaşmasının; İslâm’ın o dünyayı değil, o dünyanın İslam’ı başkalaştırmış olduğu gerçeğini yüzyıllar öncesinden haber veren İbni Haldun’un tasavvur ettiği şeyin bugün İslam dünyasının ekonomik karakteri ile ne kadar örtüşür olduğu bilinmez ama, mutlak hakikati mana da arayan İslamcılığın artık mutlak hakikati modernist Batı’nın yolundan yürüyerek piyasada araması oldukça manidardır . Yıllardır Tanrı’yı toplumsal olanın dışına itip, bireysel alana hapseden Batı modernizminin ana teması skülerizme karşı, yaşamın tüm sahalarında Tanrı’nın hakimiyetini tesis etmek üzere donanmış Siyasal İslam, aynı çerçeve dahilinde Batı kaynaklı her türlü akımı içeriğine bakmaksızın “put” ilan ederken ve hatta “komünizmi, insanın temel istekleri olan yemek,mesken ve seksüel arzuları tatmin etme esasına dayanan…hayvani arzuları geliştirme ve yerleştirme gayesi güden…Komünistlerin, insanlığın tarihini de insanların karnını doyuracak yiyecekleri araştırma tarihi olarak algıladığını..” (S.Kutup) iddia eden ve sınıf putuna taptıkları savı ile onları Batıl ilan eden Siyasal İslam, bugün hemen her şeyin piyasa mantığına vurularak kıymetlendirildiği bir başkalaşım yaşamıştır. Bugün hiç olmadığı kadar Siyasal İslamcı çevreler “bu dünyalıdır” ve “yeryüzü cennetine” kendilerini vakfetmişlerdir. Bir zamanlar Batı medeniyetinin hegemonik ekonomik, entelektüel ve kültürel paradigmasına meydan okuma ve hatta “öze dönüş” olarak tasavvur ettikleri İslamileşme; Batı değerleriyle seçmeci bir uzlaşı ile Amerikan işletme kültüründen beslenerek ; özgüven edinme ve kendini gerçekleştirme stratejilerine methiyeler düzerek , bireysel başarıyı göklere çıkararak; geleneksel İslami yasakları, pazarlamanın ve kitle tüketim kültürünün gerekleri doğrultusunda yeniden yorumlayarak; yola piyasayı İslamileştirmek için çıkmış iken piyasanın “put”una mustazafları kurban eder hale gelmişlerdir.

Bugün İslam coğrafyasının önemli bir kısmı mezhep kavgalarına, küresel kapitalizmin akbabalarının vekalet savaşlarına,dizginsiz şiddete, kana, gözyaşına teslim olmuş durumda. Ne yazık ki bütün bu kavgalar, kıyımlar İslam etiketi altında yine İslam olanları hedef alarak devam etmekte. Elbette bu kan deryasının içinde küresel akbabaların hile ve desise dolu ayak oyunları vardır. Ancak, oynanacak her oyunun oyunculara ihtiyacı vardır. Bu mana da İslam coğrafyasının peygamber torunlarını, halifeleri katledecek düzeyde şiddetle olan akrabalığını sorgulaması, sorumluluğu sadece Batı dünyasında değil kendi içinde de arayacak özeleştiri kanallarını açık tutması ve farklılıklara, eleştiriye tahammül ve hoşgörü gösterebilecek bir özgüvene sahip olması gerekmektedir.

Söz konusu çatışma alanlarının dışında kalan İslam coğrafyasının geri kalan kısmında İslam kıyafeti giymiş neolileral eşkiyalık, kendilerine “İslamcı” denen eşhas eliyle yürütülmekte. Bir yanda zengin petrol,gaz kaynakları üzerine oturmuş,kendine Batı’nın modern silahları ile mücehhez bir ordu kurmuş şeyhler,krallar, milli irade şampiyonu “reisler”; bir yanda da yoksulluk,sefalet, açlık ve baskı altında milyonlarca insan. Bir yanda özel uçakları ve haremleri ile Batı’ya taşınıp her türlü sefahati, şımarıklığı,ahlaksızlığı, dünyevi zevkleri fütursuzca yaşayan sefihler; bir yanda da tek geçim kaynağı seyyar tezgahı elinden alındığı için kendini yakanlar, meclis bahçesindeki ağaca kendini asanlar, maden ocaklarında karın tokluğuna kölelik şartlarında çalışmaya mahkum edilen insanlar. Bir yanda mazlumun, ezilenin, mustazafın hakkı için kendini mermilerin, gaz bombalarının önüne atan insanlık abideleri; bir yanda da cüppe giymiş mazluma teslimiyet vaaz eden, muktedirin türküsünü söyleyen, milyonluk makam araçları ile halka sükunet tavsiye eden ulema-i bezirgan.. Bir yanda sefaletle kendi safahatları arasındaki bağlantıyı maaşlı müfessirlerin tefsiri ile örtmeye çalışan iktidar sahipleri; bir yanda da “Ben bir hata yaparsam ne yaparsınız?” diye sorup, sahabeler de kılıçlarını çıkarıp, “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diye cevap verdiğinde Allah’a hamd eden Hz.Ömer. Bir yanda yoksul dünyayı sevap kazanma mekanı olarak nerdeyse muhafaza edilmesi gereken bir cangıl olarak tahayyül edip; mal, mülk, servet biriktirenler; bir yanda da ölüm döşeğindeyken “ Evde yedi dirhem vardı,onu götürüp infak et. Yedi dirhem dahi olsa, üzerimde mülkiyet olduğu halde Rabbimin huzuruna çıkmaktan haya ederim” diyen Hz. Peygamber…


* ruhlar âlem
*madde âlemi



Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA