Hatırladıklarım / Zekeriya SERTEL




ZEKERİYA SERTEL






Türk basın tarihinin önde gelen isimlerinden birisidir. Cumhuriyet öncesinde Selanik'te başlayan gazetecilik yaşamına, cumhuriyet devrinde Cumhuriyet gazetesinin kurucularından birisi olarak devam etmiş; devrin en önemli dergilerinden birisi olan Resimli Ay'ı yayımlamış ve bu dergi aracılığıyla Nazım Hikmet'i Türk okurlarla buluşturmuştur. II. Dünya Savaşı yıllarında yüksek tirajlı ve faşizm karşıtı bir gazete olan Tan Gazetesi'ni çıkaran kişidir.İlk Türk kadın gazetecilerden Sabiha Sertel (Derviş)'in eşidir.1934'te İstanbul'da İş Bankası tarafından çıkartılan Tan gazetesini Halil Lütfü Dördüncü ile birlikte satın alarak yeni biçimde yayınlamaya başladı. Bu ortaklığa sonradan katılan Ahmet Emin Yalman, başyazarlığı üstlenmişti. 1939'da Ahmet Emin Bey'in ortaklıktan ayrılmasından sonra başyazarlığı ve gazetenin fikir yönünü Zekeriya Sertel ele aldı. Tan, II. Dünya Savaşı sırasında, faşizm karşıtı ve Tek Parti iktidarına muhalif olan etkili bir gazete haline geldi, Cumhriyet Gazetesi'nden sonra en yüksek tirajlı günlük gazete oldu. Bu yayın politikası, gazetenin 4 Aralık 1945 günü onbinlerce CHP yanlısı gençler! (Orhan Birgit,Cüneyt Arcayürek,Süleyman Demirel,Turgut Özal,İlhan Selçuk) tarafından yağmalanması ve Sertellerin linç girişimine maruz kalması Tan Baskını ile sonuçlandı. Tan Olayı'ndan sonra olayın sorumlusu olarak tutuklanan Sertel, eşi ile birlikte 3 ay tutuklu kaldıktan sonra beraat etti. Bu olaydan sonra Tan Gazetesi'nin yayını sona erdi.




KİTAPTAN...



Enver Paşa ve Ressam İbrahim Çallı

İttihat Terakki iktidarını hüküm sürdüğü yıllar.Devlet eliyle yerli sermayedar yaratma çabaları ister istemez rüşvet,yolsuzluk ve hırsızlık kapılarını sonuna kadar açmıştır.Halk öfkelidir.


“İttihatçılar halkın bu öfkesini hafifletmek için her çareye başvururlar. Bunların içinde en çok göze batanı ,aydınları satın almak için başvurdukları yoldu.Enver Paşa birdenbire aydınların koruyucusu rolü oynamaya başlamıştı.Memleketin belli başlı yazar ve sanatçılarına güya eserler ısmarlıyor ve getirilen eserlere bol keseden hediyeler veriyordu.Bu arada ressam Çallı İbrahim’in başından şöyle bir serüven geçmişti:



Çallı İbrahim memleketin tanınmış ressamlarından biriydi. Basit,fakir ve mütevazi bir hayat yaşardı. Tam anlamı ile sanatçı bir adamdı ve ihtiyaç içindeydi.


Enver Paşa ona da bir resim ısmarlamıştı. Çallı yaptığı resmi Harbiye Nezareti’ne götürür,Enver Paşa’nın odasında resmi açıp gösterir. Enver Paşa, resimde bazı değişiklikler yapılmasını ister. Çallı Paşa’ya şöyle bir bakar,sonra cebinden bir çakı çıkarır ,resmi baştan aşağı parçalar,sonrada Paşa’ya döner:,

-Paşam, ben ressamım,resim yaparım,ilan değil, der ve çıkar.”

Mustafa Kemal ve Nazım Hikmet

“Nazım’ın ünü günden güne yayılıyor. …Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunduğu bir sırada, bir akşam Dolmabahçe Sarayındaki sofrada Nazım’ın adı geçer.Nazım’ın şiir plakları getirilip çalınır.Mustafa Kemal dikkatle ve hayretle dinler.Sonra, “Bu şair sizlere benzemiyor ,”der. Ve Nazım’ı getirip şiirlerini onun kendi ağzından dinlemek arzusuna kapılır. “Bu şairi bulup getirsinler,”emrini verir.

Fakat vakit gece yarısını geçmiştir. Telefonla Kadıköy polis Merkezi’ne Nazım’ı bulup getirmeleri emri verilir.Gece vakti bir polis,Nazım’ın kapısını çalar.Nazım,karşısında polisi görünce şaşırır. Bir an soğuk terler döker. Polis nezaketle Mustafa Kemal’in kendisini Dolmabahçe Saray’ında beklediğini bildirir. Nazım o vakit kendine gelir:

-Oğlum,der,Paşa’ya benden selam söyleyin.Ben “Deniz Kızı Eftelya” değilim.

Bunu der demez kapıyı kapar.Mustafa Kemal o sıralarda sofrasına Eftelya hanım adında şarkıcı bir kızı getirmeyi adet edinmişti.Nazım,şarkıcıya benzetilmekten kırılmıştı.Bu cevabı ile M.Kemal’e basit bir şarkıcı gibi çağrılamayacağını anlatmak istemişti.

Nazım’ın cevabı kendisine bildirildiği zaman Mustafa Kemal’in tepkisi şu olmuş:

-Aferin çocuğa..İşte şair dediğin böyle olmalı!”


İnsan Hakları Derneği Girişimi


“Cami Baykurt ve Tevfik Rüştü Aras’la birlikte bir “İnsan Hakları Derneği” kurmaya karar verdik.II.Dünya Savaşından sonra bile,insan haklarını savunacak böyle bir derneğe ihtiyaç vardı……Celal Bayar’la Adnan Menderes’in, halkın özlediği özgürlük ve demokrasiyi kuramayacaklarını hatta kurmak istemeyecekleri kesindi.Onun için biz , özgürlük ve demokrasiyi başka bir yoldan savunmak istiyorduk. İnsan Hakları Derneği’ni bu amaçla kuruyorduk.Bu girişimin başarı ile sonuçlanması için,Genelkurmay Başkanlığı’ndan çekilmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak’ı da aramıza almaya karar verdik….

Derneğin ilk kurucular toplantısı İstanbul’da Karaköy’de Avukat Ömer bey’in bürosunda yapıldı…Toplantıda Mareşal Fevzi Çakmak,Cami Baykurt,Avukat Ömer ve ben vardın. Tevfik Rüştü Aras,Ankara’da olduğu için toplantıya katılmamıştı.


Toplantı esnasında yirmi beş yaşlarında bir genç içeri girdi.Heyecanlı ve yüksek sesle bağırıyordu: “Paşam komünistler sizi aldatıyorlar!” Bu gencin polis tarafından gönderilmiş bir kışkırtıcı olduğuna şüphe yoktu..Ertesi sabah gazeteler bize çatıyordu.Hele faşist gazeteler en çok bana saldırıyordu.Bütün işleri benim yaptığımı ve böylece Mareşal!i komünizme alet ettiğimi söylüyorlardı.Bu olay Mareşal’i ürküttü. Ondan sonra bir daha bir araya gelemedik. İnsan Hakları Derneği tasarısı da böylece suya düştü.”


Sabahattin Ali ve Emniyet Müdürü


“Bir gün Sabahattin Ali tutuklanır ve Emniyet Müdürü’nün karşısına çıkarılır. Müdür Sabahattin Ali’nin tanıdığıdır. Onu karşısına oturtur.Hal hatır sorar,sonra cebinden paketini çıkarıp sigara ikram eder,çakmağını çakıp Sabahattin’in ağzındaki sigarayı yakmak üzere ayağa kalkar.Sabahattin, sigarasını yakmak üzere başını uzatınca yanağında bir tokatın şakladığını duyar ve sersemler.Müdür , birdenbire değişerek hayvanlaşır,


-Kerata,der,yani sahiden sigaranı yakacağımı mı sandın?”



Sabahattin Ali ve Vali Lütfi Kırdar


“Sabahattin Ali hakkında beş tane tevkif müzakeresi çıkmıştır, polis her yerde onu aramaktadır. ..sonunda Nişantaşı’nda polisin şüphe edemeyeceği bir dostunun evine saklanır.Ama canlı ve hareketli Sabahattin bu dört duvar arasında sıkılır….Bir akşam Beyoğlu’nda Taksim gazinosuna girer,büyük salonda nal şeklinde büyük bir ziyafet masası kurulmuştur.Masanın başında o vaktin valisi Lütfi Kırdar.Sabahattin şaşırır ve geri de dönemez. Vali Sabahattin’i tanır, sofraya davet eder. Sabahattin:


-Oldu olacak,der,teslim oluyorum,tevkif ettiriniz.


Vali Lütfi Kırdar güler,


-Sabahattin,der,ben valiyim,polis değil.Hele otur misafirim ol.


Sabahattin oturur,ama süphe ve heyecen içinde oturur.Kendini içkiye verir.Gece yarısından sonra , ziyafet biter misafirler birer birer dağılır,yalnız Sabahattin olduğu yerde mıhlanmış gibi kımıldamaz.Kalkacak durumda değildir.Vali yanına yaklaşır,maiyet polisini çağırır,


-Alın,Sabahattin Bey’i evine götürün,emrini verir.


Polis,Sabahattin’i Nişantaşı’nda saklandığı eve götürür.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA