Gel Gidelim Dosta Gönül!...// Mihail - PANAİT İSTRATİ

Gel Gidelim Dosta Gönül!

Bir soru sormakla başlayalım yazıya isterseniz. Yalnız bu soruya anında, düşünmeden cevap vermek zorundasınız.  Başınız sıkıştığında, naçar kaldığınızda ilk arayacağınız dostunuz kimdir?   “ Yardımcı olun Mehmet Ali Bey !” sözlerini duyar gibiyim. Şaka bir yana birçoğunuzun epeyce bir tereddüde düştüğünüze eminim. Aklınızdan bir sürü isim geçmiştir. Ama bir türlü hangisinin dost olduğuna  karar  veremediniz değil mi?  Soruya anında cevap verenler, müsterih olun. Dilinizden dökülen o isim, aynı zamanda gönlünüzden de dökülmüştür. O isim sizin gerçekten dostunuzdur. Gelelim uzun uzun düşünüp, hafızalarının arama motoruna  “dost” yazıp, sonuçlar kısmında “Bunu mu demek istediniz? Arkadaş   başlığının altında bir sürü isimle karşılaşanlar, o isimlerin tamamı arkadaşlarınız sizin. Ama dostunuz değil.  İtirazlarınızı duyar gibiyim. Arkadaş ve dost aynı şey değil mi diye. Bence değil.  Arkadaşlık hayatımızın belli periyotları ile, yaşamımızın belli dönemleri, belli anları, belli kesitleri ile sınırlıdır.Bir çoğumuzun askerlik,lise, ilkokul,iş, ev  vb arkadaşları vardır.Pek çoğumuzun  bu dönemsel ilişkileri, arkadaşlıkları  uzun yada kısa fark etmez o anın sonunda biter, devamı gelmez. Hoş bir hatıra olarak zihnimizin derinliklerinde bir yerde üst üste yığılı bir şekilde kalır. Ta ki zihnimize o yığınların içerisinde karman çorman duran  o arkadaşı hatırlatacak bir resim, bir eşya yada bir söz yada onu hatırlatacak ortak bir tanıdığı görene kadar. O zaman zihin işlemeye başlar, çöplüğünden yıpranmış,solmuş anıları derler toplar ve gün yüzüne  çıkarır. İşte o zaman nostalji yaşarsınız. Arkadaşlıkarda alışveriş söz konusudur ve bu alışveriş her zaman iki taraflıdır. Her iki tarafında alışverişten memnun kalması durumunda devam eder arkadaşlık. Her iki tarafta bu arkadaşlıktan eğlenir, beraber zaman geçirmekten hoşlanır, beraber olmanın kendi çıkarlarına uygun olduğunu düşünürler. Ancak arkadaşlık bir derinlik ihtiva etmediğindendir ki en ufak bir çalkantıda gemi karaya oturur.
 Oysa dostluk öyle midir? Dostluk fedakarlık ve emek ister. Dostluk derinlik ve samimiyet ister. Dostluk bir babanın çocuğuna bağlanması gibidir. Anne daha ilk andan itibaren çocuğu ile zaten organik bir bağ kurar. Ya baba öylemidir? Baba için çocuk şimdilik annesinin karnını balon gibi şişiren, birikmiş bir gaz şişliği gibidir. Çocuk doğar baba emekle, sevgiyle kurar o organik bağı. Bu bağ yaşam boyunca ordadır ve hiçbir zaman kopmaz, koparılamaz. İşte dostluk böyle bir şeydir. İçinize işlemiştir, söküp atamazsınız,alıp satamazsınız.

Gelelim hep “dost kazığı” yediğinden şikayet edip dostluklara burun kıvıranlara. İnsanlar az yada çok kendi gibi olanlarla dostluk kurabilirler. Dost olacaklar hayata aynı pencereden bakarlar. Hayata bakışları, beklentileri, yaşam tarzları birbirine benzer daima. “Gönül kendine benzeyen gönüle akar” (Hz.Ali) sözü ne kadar iyi özetlemiş değil mi? Yada “dostunu nasıl bilirsin kendim gibi” sözü. Dostlar birbirlerine ayna tutarlar, tuttukları ayna da hep kendilerini görürler. Eğer dost kazığından şikayetçi iseniz dostunuzun aynasından gördüğünüz “kendinize” bakın.

 Sözü, dostu  ve dost kazanmanın  inceliklerini anlatan İranlı şair Şirazlı Sadî’ ye bırakalım.

Dostluk zindanda belli olur.
Dost görünür düşmanların sofra başında.
Bolluk içinde sürerken safâsını
Sayma dost dostluktan dem vuranı.
Dost derim ona ki çekerken sıkıntıyı ben,
Gelir tutar elimden perişanken ben.

Dost kazanmak için şunu tavsiye eder:

Kazanmak için dostların gönlünü,
Sat gitsin babanın bağını.
Yoksa odunun dosta yemek pişirecek,
Yak ev eşyanı, işte ocak.  

                                               Şirazlı Sadî (Gulistân)




Kitaba dair;




Öncelikle kitabın dilinden bahsetmek istiyorum. Kitabın dili o kadar sade, o kadar duru, o kadar kırışıksız,dümdüz ve temiz ki gözleriniz; kitabın satırları üzerinde adete sıcak hava akımını yakalamış kuş gibi kayarak,hiç zahmet çekmeden, kanat çırpmadan süzülerek ilerliyor.Kitapta başı sonu belli olmayan uzun cümlelerden, sanat adına yapılan gereksiz,yersiz,zamansız benzetmelerden eser yok. Yazar anlatmak istediklerini,sokaklarda büyümüş olmanın ve onca diyar gezmiş olmanın verdiği yetkinlikle sokak dilini ustaca kullanarak anlatıyor. Kitabın karakterlerine can verirken kullandığı cümleler,onun gözlem yeteneğinin ne kadar güçlü olduğunu bir daha tanıtlıyor.

Dünyada yaşamak, bir iş görmek,yaşamı başkaları ile paylaşmak ve ölümlü olmanın dışında her şey insanın tercihleri ile ilgilidir ve insan o tercihlerinden her zaman sorumludur. Mutlu yada mutsuz olmak, korkak yada kahraman olmak insanın kendi elinde olan bir şeydir. Yolunuzu başından sonuna doğru kendiniz belirlersiniz ve bu konuda özgürsünüzdür.

Kitabın kahramanlarından Adrien bir tercih yapmıştır. Adrien’e herkesin yaşam mücadelesi dediği şey “…sağa sola dirsek atmak, “kendine bir yer sağlamak” sıradan,bayağı,akıl almaz bir şeydi,herkesi uğraştıran,ama kendisini hiç mi hiç çekmeyen saçma bir didinmeydi!...”. O, “…ensesi kalın bir işveren,göbekli bir tüccar olmak için..” uğraşmayacaktı, onun için önemli olan “sadece para sıkıntısı çekmemek, rahat yaşamak” değildir. Onun istediği böyle bir hayat, böyle bir zenginlik değildir. O, “ varlıklı kişilerin yoksul yaşamını; nasıl yaşadıklarını, neyi sevdiklerini, neye tutulduklarını çok iyi” bilmektedir. O böyle bir zenginlik istememektedir, çünkü “..insan değil,solucandır bunlar..” ve “yaşamın gerçek büyüklüğünden haberleri yoktur…” Adrien için önemli olan, “edebiyatı ve güzel sanatları sevmek,dünyanın güzelliklerinden yararlanmak, insanları ezenler arasına katılmamak,dolayısıyla, maddi açıdan en azla yetinmek, haksızlık etmeden,kardeşçe yaşamak ve iyi bir dost bulup sevmek…”tir. Bu dost Mihail’dir. Mihail fırında çalışmaktadır. Kir pas içinde ve sefalet koşullarında yaşamaktadır. Ama altı yedi dili konuşabilen bir insandır. Herkese karşı mesafelidir,kolay kolay insanların ona yaklaşmasına izin vermez. Adrien’de bu konuda epey sıkıntı çeker. Ama zamanla yaşam, insan, sanat vs üzerine sohbetleri sırasında aralarında güçlü bir dostluk bağı oluşur.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA