Sakin Ol Şampiyon! ...Tut Şunun Ucundan Yaşayalım Abi… (2)



Herkes sizi yarışa mı zorluyor? Rakiplerinizi geçmenizi, gerekirse onları haşat edip cesetleri üzerine basıp yükselmenizi, gözlerinize hırsın soğuk siyah perdesini çekip akranlarınızı, arkadaşlarınızı, dostlarınızı, dostluklarınızı en önemlisi de insanlığınızı unutup ipi en önde göğüsleme uğruna  size durmadan usanmadan koşmanızı mı telkin ediyor  akl-ı sefiller.  Onlar  o kadar çoklardır ki şaşarsınız. Hepsi birer iyi niyet timsalidirler ve bu namertlerin hiçbirinin kendileri için birşey istedikleri görülmemiştir. Ama her nedendir bilinmez, yüksel olasılıkla iyiliksever oluşlarının mükafatından olsa gerek, tüm parsayı onlar toplarlar. Onlar  hiç ummadığınız zamanda, hiç ummadığınız yerde, en ufak bir tökezleme anınızı, kararsızlığınızı  kollayıp,  istenmedik ot gibi burnunuzun dibinde bitiverirler.  Kimisi,  her gün işe giderken bir paket sigara aldığınız, yolun sonunda hemen köşede duran, seyrek de olsa yolu düşen bir yabancıya gramajından çaldığı bir kos helvayı aynı zamanda yüksek fiyatla satmayı ayakta kalmanın, yaşayabilmenin olmazsa olmazı olarak bilen   , daha düşük fiyatla  satın alabilecekken  , toptancının  ilk söylediği fiyattan  biraz daha düşük fiyatla mal almayı  “yaşam savaşı”ndaki ustalığına yoran köhnemiş bakkal, kimisi yorgun argın girdiğiniz binanızın asansöründe karşılaştığınız, iş bilenliğiyle ün yapmış  sahte çocuk maması  ve az bulunan, kanser gibi  ağır ve zor hastalıkların tedavisinde kullanılan, sahte olma olasılığı çok yüksek olan ilaçları karaborsa satmasına rağmen  oldukça yüksek düzeyde saygıya  mazhar olan,  " acınacak duruma düşmemek için acımayacaksın" deyişini yaşamın şaşmaz kuralı zanneden eskinin tıbbı mümessili şimdinin koskoca ecza deposu sahibi zat, kimisi de  belediyelere yaptığı iş karşılığı alacağı hak edişleri ,kimi zaman tehdit ile çoğu zaman rüşvet ile şişirirken, aynı nispette şişen göbeğinden utanmadan, sigortasız çalıştırdığı amelenin üç kuruşluk ilaç giderini kendine dert edinip, zaten düşük olan yevmiyesinden düşülmesi için üstüne basa basa tembihlediği  işyerinde, yüzüne hayranlıkla mı  yoksa acıyarak mı bakmak gerektiğine karar verememiş bir halde aval aval bakarken, yüzünüze,  sahte bir gülümseme, babacan bir ses tonu ile tek tek, cümle cümle kustuğu   “oğlum!.. çok acıma yetime döner koyar götüne!...” vecizi ile “yaşam savaşı” dersinin kompetanı müteahhittir.

İş,  “yaşam savaşı”, “ekmek kavgası” gibi çoğumuzun, yoksul yığınların hakikaten o kutsal, soylu yaşam mücadelelerinin kavramları ile ifade edildiğinde kulağa ne kadar güzel ve insani geliyor değil mi?  Kavram olarak “yaşam savaşı”  her ne kadar yığınların birbirlerine temas etmeden, birbirlerine dokunmadan, kan akıtmadan,ölmeden ve öldürmeden  sürdürülmeye  çalışılan bireysel bir varoluş çabası olarak algılanıp,  insani varoluşun, hayatı idame ettirmenin yegane yolu olduğu düşünülse de,  gerçekte gayretlerinizi savaş olarak ifade etmeyi tercih ediyorsanız, o soylu çabayı lekeliyorsunuzdur. Çünkü savaşıyorsanız, hayatta kalma yolunuzu savaş olarak tasarlıyorsanız, muhakkak birilerini yere serip, cephe dışına sürüp, ekmek kavgasından diskalifiye ediyorsunuzdur.

Fakir fakirin kurdudur. Yaşam savaşının en çetini, en amansızı hep geniş yoksul kitleler arasında sürer gider. Bu kavga,  nedense hep belli bir toplumsal  sınıflar  arasında  ve savaş hep  lordların himayesinde yapılır. Tıpkı Eski Roma’nın devasa arenalarında yapılan gladyatör dövüşlerinde olduğu gibi.  İmparator ,seçkinler  ve bir avuç özgür yurttaş tıka basa doyurdukları, karınlarından arta kalanları,üzerindeki tok etleri sıyrılmış kemikleri, aşağıya, aç ve aşağılanmış kalabalıklara savurur. Kemik henüz yere varmamışken, havada son dönüşünü yaparken yere doğru, korkunç bir uğultu ile hareketlenen topluluk, kemiğin yere inmesiyle tam bir  ölüm kalım savaşına girişir. Gözü dönmüş açlığın verdiği yırtıcılıkla, her türlü savaş silahının ve her türlü savaş tekniğinin kullanıldığı “ekmek kavgasında” palalar,kılıçlar, gürzler,zincirler konuştukça kan kusarlar zemindeki sarı sıcak  kumlara. O sırada İmparator, aktıkça kan, sevinçten yanmaktadır. Bir yandan arenada devam eden tiyatral  ölüm kalım mücadelesinin  vahşi yırtıcılığının esrikliğine hapsolmuş  tebaasının  her türlü gerçeklikten bir süre için de olsa kopmuş, iktidarı için tehlike arz etmeyen hali, bir yandan da her an devasa bir köle isyanına, içlerinden  bir Spartaküs çıkarmaya eğilimli aç yırtıcıların arasına saldığı nefret ve düşmanlığın semeresini  aç-yoksul yırtıcıların kendi kendini yok etmelerinin mutluluğu ile   cariyesinin, güneş görmemiş süt beyazı dolgun baldırlarının arasına, ipekten giyitleri öteleye öteleye soktuğu elleri  ihtirasla titremektedir. Güneş bir yandan batarken diğer  bir yandan doğmaktadır. 

Günümüzde “ekmek savaşı”;   sınıflar arasındaki ayrımın, toplumsal katmanlar arasındaki uçurumun Roma İmparatorluğu dönemindeki kadar açık ve net olmayan, gizlenmiş ama varlığı tüm çıplaklığı ile süren, yeni bir takım “soylu” kavramların arkasına gizlenerek yapılmaktadır.  Fakir yine fakirin kurdudur. Şekiller, meydana geliş biçimleri değişse de rakamlar istatistikler hiç değişmemekte. MÖ 264 yılında yapılan ilk gladyatör oyunlarından! tam dört yüz yıl sonra İmparator Trajan  10.000 insan ve 11.000 hayvanın öldürüldüğü devasa bir festival! düzenlemiştir. Bu son oyundan tam 2277 yıl sonra 2013’te  paranın tanrılarının himayelerinde 1700  kişi olmak üzere son on yılda 12.000 kişi ekmek kavgasında hayatını kaybetti.  Üstelik 2013’te ölen 1700 işçinin 55’i çocuk .


Ne diyelim. Dünyanın sonu mu? İdeolojilerin sonu mu? Ya da sakin ol şampiyon mu? Karar senin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

On İki Gezici Öykü / Gabriel Garcia MARQUEZ

Hemşinli Yüzyılı

Milena'ya Mektuplar / FRANZ KAFKA